Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Renk Teorisine Tarihsel Bir Bakış
Makale Başlığı: Renk Teorisine Tarihsel Bir Bakış

Renk Teorisine Tarihsel Bir Bakış

Yazar: Meral Per • Eklenme Tarihi: 10.08.2017 • Görüntüleme: 15.387

Özet:
Tarih boyunca uygarlıklar, renk teorilerini etraflarındaki dünyayı tanımlamak ve renkleri nasıl gördüğümüzü anlamak için geliştirmişlerdir. Ancak, ilk kez Aristoteles’in fikirleri renk teorisyenleri arasında daha çok dikkati çekmiş ve kendisinden sonraki teorileri de etkilemiştir. Renk biliminin asıl temelleri, 17. yüzyılda lsaac Newton’un cam prizma deneyleriyle atılmıştır.

Kelimeler:
Renk Teorisine Tarihsel Bir Bakış, Meral Per, renk, renk teorisi, Newton renk deneyi, Newton renk çemberi, Moses Haris renk çemberi, Lambert renk piramidi, Runge renk çemberi, Johannes ltten renk yıldız, Rood renk çemberi, Ostwald renk çemberi, Munsell,

RENK TEORİSİNE TARİHSEL BİR BAKIŞ*
Meral PER**

ÖZET

Tarih boyunca uygarlıklar, renk teorilerini etraflarındaki dünyayı tanımlamak ve renkleri nasıl gördüğümüzü anlamak için geliştirmişlerdir. Ancak, ilk kez Aristoteles'in fikirleri renk teorisyenleri arasında daha çok dikkati çekmiş ve kendisinden sonraki teorileri de etkilemiştir. Renk biliminin asıl temelleri, 17. yüzyılda lsaac Newton'un cam prizma deneyleriyle atılmıştır. 18. yüzyılda J. C. Le Blon, Moses Harris ve Johann Heinrich Lambert'in; 19. yüzyılda Johann Wolfgang ven Goethe, Philipp Otto Runge, Johannes Itten, Michel-Eugene Chevreul, Ogden Rood, Thomas Young, Herman ven Helmholtz ve James Clerk Maxwell'in; 20. yüzyılda ise Edwald Hering, Edwin H. Land, Manfred Richter, Albert Munsell, Wilhelm Ostwald ve Josef Albers'in renk teorileri hakkındaki çalışmaları sanat akımları ve ressamların renk kullanımları üzerinde önemli farklılıklar yaratmıştır. Bunun yanında, bu çalışmalar, fotoğraf, grafik, tekstil, seramik gibi renkle ilişkili birçok sanatsal ve endüstriyel alanı da derinden etkilemiştir.

'Belgesel tarama' yönteminin kullanıldığı bu makale, renk teorilerinin başlangıçtan günümüze kadarki süreçte nasıl geliştiği sorusunu yanıtlamayı amaçlamaktadır.

A HISTORICAL REVIEW OF COLOR THEORIES

ABSTRACT

Throughout history, civilisations have developed color theories to define the world around them and to understand how we see the colors. However, for the fırst time, Aristoteles's ideas had been more remarkable among color theorists and those ideas had influenced the latter theories. The actual foundations of color sciences were fırst based on glass prism experiments by ısaac Newton in 17th century. Various surveys on color theories by J. C. Le Blon, Moses Harris ve Johann Heinrich Lambert in 18th century; by Johann Wolfgang von Goethe, Philipp Otto Runge, Johannes itten, Michel-Eugene Chevreul, Ogden Rood, lhomas Young, Herman von Helmholtz ve James Clerk Maxwell in 19th century and by Edwald Hering, Edwin H. Land, Manfred Richter, Albert Munsell, Wilhelm Ostwald, Josef Albers in 20th century, have created signifıcant differences on artistic trends and on artists' usage of colors. Furthennore, these surveys have deeply influenced artistic and industrial fıelds such as photography, graphics, textiles and ceramics, that are related to color. lhis article, in which the method of documental review is used, aims to answer the question of how color theories have evolved during the historical course.

GİRİŞ

Sözen ve Tanyeli 0992:29)'ye göre renk, ışığın kendi öz yapısına ve nesneler üzerindeki yayılımına bağlı olarak göz üzerinde yaptığı etkidir. Bununla birlikte renk, herkes için aynı anlama gelmez. Bir sanatçı için "pigment", bir psikolog için "zihinde ortaya çıkan algı"; bir fizyolog için "radyant enerjinin bir özelliği"; caddede yürüyen bir insan için ise "bir objenin veya ışık kaynağının niteliği"dir. Renk olgusu günümüzde, sanat dışında fizik, kimya, psikoloji ve fizyoloji gibi bilim dalların da inceleme alanına girer. Sözgelimi ressamlar renkleri eserlerini oluşturmada bir araç olarak kullanırlarken psikologlar renklerin insan davranışlarına yönelik etkilerini saptamaya çalışırlar. Fakat, daha en başta belirtilmesi gereken en önemli şey, ışık olmadan rengin görülemeyeceğidir (Danger, 1987; Kanat, 2003:184).

ister doğal, isterse yapay olsun renk, ışığın bir sonucudur. Çünkü, objelerin kendi başlarına renkleri yoktur. Bir nesnenin rengini algılamamız, çeşitli etkenlerle sağlanmaktadır. Gerçekte, tüm renkler ışığa bağlıdır ve hiçbir obje gerçekte renge sahip değildir. Bir nesnenin renkli görünmesi, ışığın rengine veya o nesneyi aydınlatan beyaz ışıgın bileşimindeki renkli ışıkların yüzeyden aynı oranda yansımamalarına bağlıdır. Renk olarak algıladığımız. ışık ışınlarının yansımasıdır (Karavit, 2006:13-14; öztuna, 2007).

Rengi görme, fizyolojinin halen karmaşık ve az anlaşılmış bir alanıdır. Renklerin nasıl görüldogü ile ilgili iki temel teori bulunmaktadır. Young ve Yon Helmholtz tarafından geliştirilen 'üç renk (trikromatik) teorisi'ne göre "görme, ışığın farklı seviyelerinin gözdeki konileri uyarmalarının bir sonucu" olarak meydana gelir. Hering'in 'süıreç teorisi'ne göre ise "görme, ışığın seviyelerindeki değişmelere bağlı olarak gözün retina tabakasındaki kimyasal bir maddenin yapılanmasına bağlı" olarak gerçekleşmektedir (Holtzschue, 2009:31).

Renk Teorileri
Tarihte renk teorileri üzerine ilk çalışmalar erken Yunan, Arap psikolog ve fızyologları tarafından, etraflarındaki dünyayı tanımlamak ve renkleri nasıl gördüğümüzü anlamak için yapılmıştır. Renkle ilgili teorilere, ayrıca, Hinduizmin kutsal kitaplarında da rastlanmaktadır. Ancak, Aristoteles'in fikirleri, renk araştırmacıları arasında daha çok dikkati çekmiş ve çalışmaları Rönesans boyunca incelenmiştir.

Aristoteles'e göre, renklerin tüm varyasyonları ışığın ve karanlığın karışımının bir sonucudur. Örneğin krimson kırmızısı, karanlığın ateş ışığı ya da güneş ışığı ile karışımının bir sonucudur. Aristoteles'ten yüzyıllar sonra bile renk teorileri onun teorisine göre açıklanmıştır (Zelanski & Fisher, 1994:46). Aristoteles'in yanısıra Pythagoras, Platon, Plinus gibi düşünürler de rengin doğası üzerine tartışmış ve temel renklerin toprak. ateş, hava, su gibi temel ögelerin biçimleri olduğunu ileri sürmüşlerdir. Özellikle Platon ve Aritoteles'in teorileri geniş kapsamlı etki ve sonuçlar doğurmuştur.

Rônesans'ta Leonardo da Vinci (452-1519) aynı görüşü savunarak, sarının toprağa, yeşilin suya, mavinin havaya, kırmızının ateşe ve siyahın karanlığa ait olduğunu yazmıştır (Eczacıbaşı, 1997:1545). Leonardo da Vinci, kendisinden önceki renk teorisyenlerinin aksine siyah ve beyazı da renk olarak kabul etmiş ve bunlara sarı, yeşil, mavi, kırmızı gibi temel renklerin arasında yer vermiştir. Da Vinci ayrıca, her rengin karşıt renginin yanında daha yoğun ve belirgin göründüğünü açıklayan 'eşzamanlı kontrastlık'ı da gözlemlemiştir (Zelanski & Fisher, 1994:46).

Mitolojik resimleriyle bilinen Peter Paul Rubens (1577- 1640), renk üzerine görüşlerini bir seri defterler halinde kaleme almıştır. Ayrıca Rubens, 1636 yılında "Işık ve Renk Üzerine" (De Lumine et Colore) başlıklı bilimsel bir inceleme yazmıştır. Rubens'in her iki çalışması da günümüze ulaşamamıştır (Kuehni,1997). Bununla birlikte, Rubens'in çalışmaları ve renklerin karıştırılmasıyla elde edilen imkanların sistematik bir biçimde araştırılıp tartışmaya açılması, Barok sanatındaki renk teorisinin bilimsel bir kimliğe bürunmesine yardımcı olmuştur (Ergüven, 1992:lll). Erken Barok dönemde, İtalyan yazar ve aynı zamanda ressam olan Matteo Zaccolini'nin renk perspektifi üzerine 1618 ve 1622 yılları arasında kaleme aldığı dört ciltlik bilimsel çalışması ayrıca önem taşımaktadır. De Colori, Prospettiva del Colore, Prospettiva lineale ve Delta Descrittione dell'Ombre prodotte da corpi opachi rettilinei başlıklarını taşıyan bu çalışmaların tek örneği bugün Floransa'daki Laurentian Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Beli, 1993:91).

Ortaçağ ve Rönesans boyunca antik sanattan esinlenen renk kullanımında dört temel renk yer almaktadır. Bunlar açıklık derecesine göre beyaz, sarı, kırmızı ve maviye çalan siyah olarak sıralanır. Ancak, bu sıralamayı aşıp teori ile uygulamada ortaya çıkan sonuçlar arasında bir denge sağlama çabası, 17. yüzyıldan itibaren gündemdeki yerini almaya başlamıştır.

Onyeldinci ve Onsekizinci Yüzyıl Renk Teorileri
17. yüzyılda lngiliz fizikçi lsaac Newton n642-1727), tamamen karanlık bir odaya kapanıp içeriye küçük bir delikten tek güneş ışınına eşdeğer ince bir ışık demeti sızmasını sağlamıştır. Sonra da bu ışığı üçgen biçimli cam bir prizmadan geçirerek gökkuşağında olduğu gibi yedi rengi beyaz bir perdeye yansıtmıştır. Newton, beyaz perde Ozerine yansıyan bu renklere 'güneş tayfı' {spektrum) adını vermiştir. Güneş tayfındaki renkler, kırılma açılarına göre kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert (çivit mavisi) ve mor olarak sıralanmışlardır (Parramon, 1994:12).
Resim 1. Newton deneyi.

Newton, cam prizma kullanarak renk biliminin temellerini attığı deneyleriyle, her rengin farklı bir hızda cam prizmadan geçerken değişik dalga uzunluğuna sahip olduğunu görmüştür. En uzun dalga uzı:ınluğuna sahip olan kırmızı, daha kısa dalga boyuna sahip mordan daha hızlı bir şekilde camdan içeri girmektedir. Ayrıca Newton, ışıkta tüm renkleri karıştırarak, beyaz ışığı elde etmiştir. İlk renk diyagramı da yine Newton tarafından tüm spektral ve mor renklerin, beyaz merkezde olacak şekilde bir çember üzerine yerleştirilmesiyle geliştirilmiştir (Malacara, 2002:3-4; ôztuna, 2007).

Prizmadan geçen her rengin kendine has dalga boyu vardır. Bunlardan en uzun dalga boyuna (700nm) sahip olan kırmızı görülemeyen kızılötesi ışınlardandır. Mor ise en kısa dalga boyuna (410nm) sahip görülemeyen X-ray ışınlarındandır. Tayf aslında 180 renk tonuna ayrılmakta, ancak göz basitçe bunları mor, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı olarak görmektedir (Danger, 1987).
Resim 2. Newton'ın renk çemberi
 
RenkEtki AlanıDalga boyu
Kırmızı760-620 nm.700 nm.
Turuncu620-590 nm.630 nm.
Sarı590-570 nm.590 nm.
Yeşil570-490 nm.520 nm.
Mavi490-450 nm.470 nm.
Mor450-380 nm.410 nm.


Newton, rengin doğası üzerine bulgularını Londra'da açıklamış; 1704 yılında ise "Optik" (Optics) adındaki kitabı yayınlanmıştır. Newton teorisi sonraki yüzyıl bayunca destekçileri ve karşıtları tarafından tartışılmıştır (Kuehni,1997).

Newton'ın deneyinden sonra renk teorilerine ilk önemli katkı, Edme Mariotte'nin (620-1684) uygun bir kombinasyon için üç rengin yeterli olduğu iddiası ile gelmiştir. 1731'de J. C Le Blon (1667-1741), kırmızı, sarı ve mavi renk pigmentlerinin temel renkler olduğu ve tüm renk tonlarının bu renklerin karışımlarıyla üretilebileceği teorisini ortaya atmıştır. İngiliz gravürcü Moses Hanis (731-1785), Le Blorı'un bu teorisini genişletmiş ve 1766'da yayınladığı "Renklerin Doğal Sistemi" {The Natura/ System of Colour) adlı kitabında ayrıntılı bir renk çemberi sunmuştur. Çemberin merkezinde temel renkler olarak adlandırdığı üç renk pigmenti (kırmızı. mavi ve sarı) bulunmaktadır. Bu renklerden ikincil ya da bileşik renkler olan turuncu, mor ve yeşil türemektedir (Zelanski & Fisher, 1994:48).
 
Resim 3. Moses Haris'in renk çemberi.

Azlkçl ve aynı zamanda matematikçi olan Johann Heinrich Lambert (1728-1777) en üstte beyazın yer aldığı bir renk piramidi geliştirmiştir. Lambert'in sistemi çıkarımsal renle karışımlarının sistemidir. Bu sistemde tabanı üçgen olan kırmızı, sarı ve mavi temelli bir piramit ele alınmıştır. Üçgenin ortasında ise siyah yer almaktadır (Shevell, 2003).
 
Resim 4. Lambert'in renk piramidi.

Ondokuzuncu Yüzyıl Renk Teorileri
Ünlü Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832). 1810 yılında, en önemli eseri olarak tanımladığı "Renk Teorisi" (Zur Farbenlehre) başlıklı kitabını tamamlamıştır. Bu kitapta Goethe, kendi renk teorisini Newton renk teorisiyle karşılaştırarak tartışmakta ve antik çağlardan kendi çağına kadar olan renk teorileri tarihine yer vermektedir (Friedmann, 2003:22).
 
Resim 5. Goethe'nin renk çemberi.

1810 yılında, Goethe'nin, kitabını yayınladığı yıl Philipp Otto Runge (1777-1810} tOm renk, ton, pastel ve gölgelerin bir arada düzenli bir biçimde yer aldığı ilk renk küresini tasarlamıştır. Runge, siyah ve beyazın yanı sıra temel renkler olan mavi, kırmızı ve sarıyla da ilgilenmiştir. Çağının diğer renle teorisyenleri gibi renklerin karışım oranları üzerinde durmamış, renk armonisini yakalamayı amaçlamıştır (Eczacıbaşı, 1997; Friedmann, 2003:22).

Üç temel renk teorisi 18. yüzyılda yaygın olarak kabul edilmiş, birçok bilim adamı, sanatçı ve düşünür tarafından tartışılmıştır. Bunlardan ressam Otto Runge ve Goethe ise yalnızca mavi ve sarıyı temel renkler olarak kabul etmişlerdir.

Runge'tan 150 yıl sonra Alman renk uzmanı Johannes itten (1888-1967} da benzer bir model tasarlamıştır. Itten, tüm küreyi on iki noktalı yıldız şeklinde ve beyaz, merkezin en üstünde yer alacak şekilde göstermiştir (Zelanski & Fisher, 1994:51).

Itten, renk uyumlarını geometri gibi açıklayan daha erken bir geleneğe uzanmış ve rengin kombinasyonları üzerine formüller üretmiştir. Daha katı renk sistemlerinden ve bilimsellikten ayrılan, sadece algıya dayalı, rengin yedi kontrastlığı teorisini kumıuştur. Itten, bu temel çalışmaları, "renk sanatı" olarak adlandırmıştır.
 
Resim 6. Runge'un renk çemberi.
 
Resim 7. Johannes ltten'ın yıldız biçimli renk çemberi.

Fransız kimyager Michel-Eugene Chevreul 0786-1889), 1839'da "Renklerin Armoni ve Kontrastlık ilkeleri" (The Principles of Harmony and Contrast of Colors) adlı kitabını yayınlamıştır. Chevrul, renklerin kendi tamamlayıcılarının yanında daha yoğun göründüklerini gözlemlemiştir. Örneğin, yeşil renk kırmızı renkle yan yana yerleştirildiğinde daha yeşil görünmektedir. Chevrul, kendi teorisini 'eşzamanlı kontrast kanunu' olarak adlandınnıştır. Ayrıca, hassas bir şekilde derecelendirilmiş iki boyutlu bir renk çemberi geliştirmiştir. Su çalışmada kırmızı, sarı ve mavi temel renkler. turuncu, mor ve yeşil ise ara renkler olarak gösterilmiştir. Chevrul'unteorisi Empresyonistler ve Postempresyonistler gibi zamanın ressamları tarafından büyük ilgi görmesine rağmen, çok azı renk armonileri konusunda onun izinden gitmiştir. Claude Menet (1840-1926) bu teoriyi reddederken, Camille Pisarro (1830-1903) teorinin entelektüel temelli olmadığını öne sürmüştür. Fransız ressam Georges Seurat (1859-1891) ise, Neo Empresyonizmin gelişmesinden önce, Chevrul'un teorisi üzerinde çalışmıştır. Puantilizm olarak da bilinen bu akımda çeşitli renklerin küçük noktalar halinde boyanması sistemi görülmektedir. Beyin, yan yana gelen renkleri otomatik olarak karışım halinde algılamaktadır. Seurat'nın resimleri binlerce renk noktalarından oluşmaktadır. Temel olarak Seurat, Chevreul'un teorisini resimlerine yansıtmayı amaçlamıştır. Ayrıca Seurat, Chevreul'un teorisi ile birlikte onun varisi Ogden Rood'un teorisini de benimsemiştir (Friedmann, 2003:23; Zelanski & Fisher, 1994:52).
 
Resim 8.
Georges Seurat,
Grande Jotte Adası'rıda Bir Pazar Öğleden Sonrası,
1884-1886,
207.6x308 cm,
Art lnstltute, Chlcago.

Chevreul'un teorisi Neo-Empresyonizm'in yanında, Empresyonizm ve Orfık Kübizm'i de etkilemiştir.

Amerikan sanatçı ve bilim adamı Ogden Rood (1831-1902), rengin optiği cızerine sadece insanlarda var olan bir algı olarak tanımladığı geniş kapsamlı bir araştırma gerçekleştirmiştir. Rood, renk farklılıklarını belirleyen üç temel değişken belirlemiştir. Bunlar, doygunluk, değer ve tondur. Rood, yan yana konumlanan renklerin göz tarafından karışık algılandığını gözlemlemiş ve 1879'da yazdığı "Modem Renk Bilgisi" (Modem Chromatics) adlı kitabında bu konudaki gözlemlerini açıklamıştır. Rood, birbirlerinin kontrastı olan renklerin hangileri olduğunu bilmelerinin sanatçılar için önemli olduğunu düşünmüştür. Rood'un teorisi özellikle optik karışım tekniğini benimseyen puantalistler başta olmak üzere zamanın sanatçıları arasında büyük etki yapmıştır (Zelanski & Fisher, 1994:52-53).
 
Resim 9. Rood'un renk çemberi.

1802'de İnglliz Dolctor Thomas Young Vn3-1829) ise ışığın dalga teorisini ortaya koymuş; kırmızı, sarı ve mavi renklerinin temel renkler olduğunu varsayarak 'trikromatik (üç renkli) renk teorisi'ni geliştirmiştir (Malacara, 2002:5).

Ayrıca Young, Newton'ın yaptığı deneyin tersini gerçekleştirmiştir. Newton ışığı tayf renlderine ayırırtken Young ise ışığı, yeniden oluşturmuştur. Tayf renklerinin ışınını bir perdede birbiri üzerine düşürerek beyaz ışığı elde etmiştir. Bunlar; doğal ışığın özelliklerini taşıyan ışık ışınlandır. Bu nedenle de, iki ışık birbirine eklendiğinde daha partak, daha ışıklı açık bir ışık rengi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yeşil ışıkla kırmızt ışık birbirine karıştınldığında. onlardan daha ışıklı bir renk olan sarı ışık rengi elde edilmektedir. Üç rengin birbirleriyle karışmasıyla da beyaz renle, yani ışığın kendisi yeniden oluşmaktadır (Parramon, 1994:12-13).

Young'tan yaklaşık elli yıl sonra fiziğin ses konusunu geliştiren Alman fizikçi' Hennann von Helmholtz (1821-1894), Yourıg'ln görüşlerini araştırmalarla temellendirerek Ozerine başka ayrıntılar eklemek suretiyle yeniden ele almış ve geliştirmiştir. İki fizikçinin ayrı ayrı ortaya koydukları renk teorilerinin bileşik şekline, 'Young-Helmoltz teorisi' denilmektedir. Bu teoriye göre, her renk göz tarafından üç ayrı renk siniriyle algılanmaktadır. Bu sinir kategorilerinden birincisi, kırmızı rengin yaptığı uzun ışık dalgalarının etkisidir. İkinci kategori ise orta dalgaların etki hareketini yaptığı yeşildir. Mavi-mor ise üçünciı kategoride kısa dalgalann etki hareketidir. Böylelikle her sinir takımı üç temel rengin (kımıızı, sarı, mavi) titreşiminden etkilenmiş olmaktadır. Helmoltz ilk defa boya renkleriyle ışık renklerinin arasındaki lcanşım farlclarını ispat etmiştir: Ayrıca, sinir sisteminin titreyişini üç kategoriye ayırarak renklerin çeşitli hareketlerini eğrilerle belirtmiştir (Çağlarca, 1993:15).

Helmoltz'un çalışmasıyla eş zamanlı olarak, 1861'de James Clerk. Maxwell (1831-1879) renk algısı lızerine çalışmış ve bir deneyim gerçekleştirmiştir. Üç siyah-beyaz fotoğrafın önüne üç farklı renkli filtreyi yerleştirerek aynı ekrana yansıtmıştır. Daha sonra siyah-beyaz fotografik emülsiyonun eşit olarak üç renk kullanımına hassasiyeti olduğunu varsaymıştır. Ne yazık ki bu varsayım gerçeklerden oldukça uzak bulunmuştur. David Brewester (1781-1868} ise kırmızı, sarı ve maviden ibaret üç esas ışık rengi bulunduğunu ve bunların birbirleriyle karışımlarından diğer ışık renklerinin oluşturulabileceğini savunmuştur. Bu renklerin karışımlarla elde edilemeyen ana renkler olduğunu ileri sürmüştür.

Yirminci Yüzyıl Rank Teorileri
Edwald Hering (1834-1918), üç temel zıt renk çifti olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca mavimsi sarı veya sarımsı mavi olmadğını gözlemleyerek sarı ve mavinin karşıt renkler olduğuna karar vermiştir. Aynı şekilde, Hering'e göre kırmızı ve yeşil de zıt renklerdir. Hering, bu dört rengin -kırmızı, sarı, yeşil ve mavi- temel renkler olduğunu açıklayan bir teori ortaya koymuş, beyinde sarı-mavi ışık ve kırmızı-yeşil ışık için algılayıcılar olduğunu varsaymıştır. Ayrıca beyaz ve siyah için de başka bir sınıflandırıcı oldugunu varsaymıştır. Herlng'ln teorisi, 1970'lerde Edwin H. Land ~909-1991), 'Retineks teorisi'ni geliştirdiği zaman yeniden önem kazanmıştır. 1988'de Frederlck E. lves (1856-1937), Maxwell'ln deneyini tekrarlamış ve bu deneyde modern renk fotoğrafının önünü açacak temel prensipler kurmuştur. 1890'da ise Arthur P. König (1856-1901) kendisinden 6ncekl araştırmacıların hipotezlerinden hareketle gözde kırmızı, yeşil ve mavi için üç renk alıcısı olduğunu varsaymıştır {Kuehni, 1997; Malacara, 2002:5).

Chevreul ve Helmholtz gibi tanınmış modern fizikçilerin teorileri, empresyonist sanatçılar üzerinde önemli etkiler oluşturmuş ve resimlerine belirgin bir şekilde yansımıştır. Empresyonist resimlerde gördüğümüz doga, alışıldık doğa değil, optik ve renk yasalarına göre resmedilmiş doğadır. Örneğin Monet'in, Monaco Kıyısı resminde, sarı rengin hakim olduğu bir doğanın içerisinde bulunan tepeler, sıradan kalıplara göre gri ya da koyu kahverengi olması gerekirken, Monet bunları sarının tamamlayıçı rengi olarak gördüğü maviye boyamıştır. Burada Monet, resmini Hering teorisinin sarı-mavi karşıtlığına göre yapmıştır. Aslında bu karşıtlığın doğrusunun, bilimsel renk sistemine en yakın olan Munsell sistemindeki sarı-mor karşıtlığı olduğu bilinmektedir. Empresyonistler, nesneler gibi gölgelerini de alışılmadık biçimde renkli göstererek geleneksel görme mantığını yıkmışlardır (Karavit, 2006:105,106}
 
Resim 10.
Claude Monet,
Monaco Kıyısı,
1884, 7Sx94 cm,
Stedelijk Müzesi, Amsterdam.

10. yüzyılın başlarında Manfred Richter, renklerin üç temel özelliği olduğunu öne sürmüştür. Richter'e göre bir renk şu özellikleriyle ayırt edilmektedir:

a)Tonluluğu: Kırmızı, mavi, yeşil, vb. b)Seçkinliği: Sarı bir renk, genellikle bir kırmızı renkten ve bir mor renkten her zaman daha açıktır; c)Doygunlugu: Biri herhangi bir renkte diğeri gri renkte olan boyalar, farklı oranlarda karıştırıldığında aynı seçkinlikte, ancak farklı doygunlukta ürünler elde edilecelctir. Doygunluk arttıkça grinin oranı zayıflayacaktır (Genç Larousse, 1993:3426).

Renk sistemleri arasında Amerikan sanatçı ve renk uzmanı Albert Munsell (1858-1918) ve Nobel ödüllü Alman fizikçi Wilhelm Ostwald'ın (1853-1932) sistemleri, ikinci Dünya Savaşı öncesinde en yaygın olanlardır. Ostwald'ın 'Renk Sistemi', 1916 yılında, "Renk Sözlüğü" adıyla yayınlanmıştır. Bu sistem, çift renk konisinin grafik modeline siyah ve beyazın ilave edildiği ve 24 adet renk tonundan oluşan renk dairesine/çemberine dayanmaktadır. Disiplinli ve bilimsel bir çalışmanın sonucu olan bu sistem, Edwald Hering'in1 insan gözünün gördüğü her rengin, belli yüzdelerde olmak üzere, renkli tonlara eklenen siyah ve beyazdan oluştuğunu ve bu unsurların ölçülebildiği yönündeki anlayışını temel almıştır. Söz konusu 24 renk, rakam ve harflerle isimlendirilmiştir. Ostwald'ın renk sistemi, dünyanın büyük bir kısmında kabul edilmiştir. Ancak ikinci Dünya Savaşı sonrasında bu sistem bir takım avantajlara sahip olsa da özellikle renk dairesindeki renkler arasında eşit mesafeler bulunmadığı için daha fazla geliştirilememiştir. Ayrıca bazı sanatçılar Ostwald'ın modelini fazla bilimsel olduğu yönünde eleştirmişlerdir. Buna rağmen bu sistem Bauhaus'un teknolojiyle sanatı birleştiren girişimleri gibi rasyonel sanat uygulamaları için elverişli bulunmuştur (Kanat, 2003:186; Zelanski & Fisher, 1994:56}.
 
Resim 11. Ostwald'm renk sistemi.

1898 yılında Munsell. renkleri nitelendirmek ve renkler arasındaki ilişkiyi rasyonel bir yolla göstermek amacıyla 'Munsell Renk Sistemi'ni geliştirmiştir. Bunun ardından 1929 yılında Baltimore'da fizikçiler, ressamlar ve psikologlarla bir arada çalışarak, kapsamlı bir renk sistemi oluşturmuştur. ABD'de, bütün ilgililer için anlaşılabilir olan bir renk kodeksinin kabul edilmesi için sarf edilen çabalar sonucunda "Ulusal Renk Cemiyeti" kurulmuştur. Bu cemiyet, renkleri sanayi, sanat ve bilimde kullanarak, ilaç, kimyasallar, resim ve tekstil boyaları, kumaş, seramik ve birçok başka endüstriyel ürün imal edenlerin forumu haline gelmiştir. Pratiğe dökülebilirlik açısından ve denetlenebilen renk tonlarının sayısı bakımından, Munsell sistemi, Ostwald sistemine göre bir adım öndedir. Munsell'ln renk kitabında, iki cilt içinde kırk adet kartela (renk ve renk tonlarını gösteren katalog) ve 900'den fazla renk örneği mevcuttur. Bu sistem ABD'de, renklerin tanımlanması bakımından, bütün sistemler arasında en yaygın olanıdır. Harflerle tanımlanan 10 adet ana renk tonunun her biri, bu sistemin renk dairesinde on tane kademeye sahiptir. Böylece yüz adet renk tonu oluşur ve bunlar daireyi tamamlar. Değer (renk değeri), rengin, beyaz, gri ya da siyaha kıyasla, açıklık derecesini belirtir. Siyah ve beyaza ait on adet değere, l'den 9'a kadar numara verilmiştir (Kanat, 2003:186-188).
 
Resim 12. Munselrin renk diyagramı.

Munselle göre rengin karakterini ortaya koyan üç boyutu vardır. Bunlar, 'ton', 'değer' ve 'kroma'dır. Munsell bu özelliklerin her biri için görsel adımlarla sayısal ölçekler yayınlamıştır. Munsell'in üç boyutlu renk şemasında, tonlar bir daire içine kırmızıdan sarıya, yeşile, maviye, mora ve tekrar kırmızıya kadar değişerek yerleştirilmiştir. Renk şemasına göz gezdirildiğinde, renk tonlarının birinden diğerine karışım halinde olduğu görülmektedir. Bir rengin ton değeri o rengin aydınlık, açık-koyu olması ile ilgilidir. Ton sözcüğü rengi değil iki renk arasındaki değer farkını ifade etmektedir. Buna göre 'ton' sözgelimi açık mavi ile koyu mavi arasında değer farkıdır. Ton değeri bir rengin ışıklılık derecesidir. Yani bir rengin açıklık ve koyuluk derecesi ton ile ifade edilmektedir. Munsel kırmızı, sarı, yeşil, mavi, mor gibi beş esas renk üzerinde renle çemberi meydana getirmiş ve bu çemberi yirmi eşit mesafeye ayırmıştır. İki rengin arası sarıkırmızı, sarı-yeşil, mavi-yeşil ve mavı-mor'dur. Bu renklerin araları da on kısma bölünmüştür. Değer, dikey düzlemde en alttaki siyahtan en Osttekl beyaza kadar değişmektedir. Kroma ise nötr merkezden dış kenardaki maksimum doygunluğa sürekli değişmektedir. Munsell renk şemasındaki her renk, Munsell simgelerinde tanımlanmıştır (Çağlarca, 1993:18-19; Frledmann, 2003:35).
Resim 13 Munsell'in renk sistemi.

Munsell'in yöntemi, renk tonlarının düzenli gelişimini, değerini (açık-koyu) ve doygunluğunu kullanan klasik renk düzeni' geleneğini takip etmektedir. Munsell renk sistemi, tüm dünyada kabul edilmiş bir sistemdir (Friedmann, 2003:35).

Ostwald ve Munsell'in sistemleri, yaygın olarak kullanılıyor olmalarına rağmen. her ik.i sistemin de pigment boya özlerinin karışımına değil, ışığa dayanıyor olmaları eleştirilere sebep olmuştur. Bu iki sistemin eksikliğini gidermek için, Amerika Renk Araştırma Enstitüsü, özel pigment birimlerinin özlerinin karışımına dayanan, bir renk sistemi kullanmaktadır. Sistem, üç adet dengeli temel renk ve siyah beyaz üzerine kurulmuştur. Bunlar, 1296 çeşitli renk tonunun görülebildiği bir zincirde yer almaktadırlar. Bu parçalanma sonsuza kadar devam ettirilebilmektedir (Kanırt, 2003:188-189).

20. yüzyılın ilk dönemlerinde renk çalışmaları, geniş ve oldukça kapsamlı bir çalışma alanı haline gelmiştir. Josef Albers (1888-1976), 1930'1arın başında Nazi Almanyası'ndan kaçarak kendi öğretim yöntemlerini Yale Üniversitesi'ne taşımış ve Amerika'da renk armonisi konusunda en etkili isim olmuştur. 1963'te yayınlanan "Renklerin Etkileşimi" (lnteradion of Colors) başlıklı kitabı doğrudan eğitsel bir amaç taşımaktadır (Holtzschue, 2009:91).

Albers'e göre, eşzamanlı kontrast, rengin saydamlık ve mekan etkisi gibi temel yanılsamaların tümü, rengin plastik ifadesinde son derece önemlidir. Albers, özellikle mekan etkisi üzerinde durur; çünkü iki rengin karışımı olan bir rengin her iki renkle bir araya geldiği yerlerde, yumuşatıcı ve keskinleştirici etkilerle yakınlık ve uzaklık izlenimi oluşturduğu düşüncesini savunur (Albers, 1975).

SONUÇ
Bu makalede ayrıntılandırıldığı gibi, renk üzerine yapılan araştırmaların tarih boyunca devam ettiği renklerin oluşumuna ve tanımlanmasına yönelik birçok teori geliştirildiği görülmektedir. Bununla birlikte geliştirilen renk teorileri, yalnızca sanat akımları ve ressamların renk kullanımları üzerinde önemli farklılıklar yaratmamış, fotoğraf, grafik, tekstil, seramik gibi renkle ilişkili birçok sanatsal ve endüstriyel alanı da etkilemiştir. Dolasıyla, renk teorileri üzerine Türkçe yayınlanmış belgesel tarama niteliğinde bir araştırma bulunmaması nedeniyle kaleme alınan bu makalenin, renkle ilişkili alanlara katkıda bulunacağı umulmakta birlikte, renk teorilerinin her birinin özel olarak daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerektiğinin de altı çizilmelidir.

KAYNAKÇA
  • Albers, J. (1975). lnteroction of Color, New Haven and London: Yale University Press.
  • Bell, J. C. (1993). "Zaccolinis Theory of Color Perspective: The Art Bulletln, 75(1):91-112
  • Çaglarca, S. (1993) Renk ve Armoni Kurallan 5. Baskı. lstanbul: inkılap Kitabevi.
  • Danger, E. P. (1987). The Colour Handbook, England: Gower Technical Press.
  • Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi (1997). 3. Cilt, İstanbul: Yapı-Endustri Merkezi Yayınları.
  • ErgiNen, M. (1992). Yoruma Dogru, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
  • Frledmann, R. S. (2003) Mystery of Color, Naples, Florlda: L&M Publlcatlons.
  • Genç Larousse, Larousse des Jeunes (1993) 11. cilt, lstanbul: Gerçek Yayıncılık.
  • Holtzschue, L. (2009). Renıi Anlamak, çev: F. Akdenizli, lzmir: Duvar Yayınları.
  • Kanat, A. (2003) Renk ve Duyu Psikolojisi, İzmir: İlya Yayınevi.
  • Karavit, C. (2006) Işık-Gölge, İstanbul: Telos Yayıncılık.
  • Kuehni, R. J. (1997). Color: An lntroduction to Practice and Principles. USA: A. Wlley lntersclence Publlcatlon.
  • Malacara, D. (2002). Color Vlslon ond Colorlmetry: Theory arıd Applications, Second Edition. USA: The lnternational Society for Optical Engineering.
  • Ôztuna. Y. (2007). Görsel iletişimde Temel Tasarım. lstanbul: Yorum Sanat Yayınevi.
  • Parramon, J. M. (1994) Resimde Renk ve Uygulanışı, çev: E. Erduran. lstanbul: Remzi Kitabevi.
  • Shevell, S. K. (2003) The Selence of Color, North Yorkshire: J&L Composition.
  • Sözen, M., Tanyeli, U. (1992). Sanat Kavram ve Terimleri SôzlıJlü, lstanbul: Remzi Kitabevi.
  • Zelanski, P., Fisher, M. P. (1994). Color, London: Callman and King LlD.