Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Ogün Samast`ın Çocuk İlan Edilmesi, Stanley Kubrick`in Anlatmak İstedikleri ve Basın
Makale Başlığı: Ogün Samast`ın Çocuk İlan Edilmesi, Stanley Kubrick`in Anlatmak İstedikleri ve Basın

Ogün Samast`ın Çocuk İlan Edilmesi, Stanley Kubrick`in Anlatmak İstedikleri ve Basın

Yazar: Erdal Ergüler • Eklenme Tarihi: 27.11.2010 • Görüntüleme: 3.605

Özet:
Britanya’da endüstrinin gelişmeye başladığı bir şehirde ahlaki değerlerin alt üst oluşunu, iyi-kötü kavramının ayırt edilemez hale gelişini, bir grup gencin insanlara uyguladıkları şiddeti, o gruptan kopan gençlerin polis oluşunu ve başrol oyuncusu Alex’e içerde uygulanan beyin yıkama yöntemlerini konu alan bir filmdi.

Kelimeler:

Stanley Kubrick’in 1971’de altına imzasını attığı “Otomatik Portakal” filmi toplumun yansıyan aynasıydı. Film izlemekten anlaşılan; sürüklesin, ekranın karşısına kilitlesin olunca Kubrick’i anlamak zorlaşıyor. Toplumun altını oyan, onu sonsuz felaketlere sürükleyen; duyarsızlığa, mekanikleşmeye, sıradanlaşmaya, tepkisizliğe dikkat çekmek istiyor Kubrick. Şiddetin nasıl sıradan hale geldiğini, cinselliğin nasıl mekanikleştiğini anlatıyor. Bu açılardan bakılınca; popülizme, Ajdarlaşmaya, evlilik programlarıyla var olan, dejenerasyondan beslenen kültürün karşısında dimdik duruyor Kubrick. Britanya’da endüstrinin gelişmeye başladığı bir şehirde ahlaki değerlerin alt üst oluşunu, iyi-kötü kavramının ayırt edilemez hale gelişini, bir grup gencin insanlara uyguladıkları şiddeti, o gruptan kopan gençlerin polis oluşunu ve başrol oyuncusu Alex’e içerde uygulanan beyin yıkama yöntemlerini konu alan bir filmdi.

1980’lerde kendi yasalarıyla çelişip, 17 yaşındaki insan için "asmayalım da besleyelim mi" diyen sevgisizlik, 2010’larda Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ı çocuk ilan etti ve çocuk mahkemelerinde yargılamaya karar verdi. Ufuk Günaydın kedinin kafasını ezdi, bütün halk tepkilerine rağmen para cezasıyla serbest bırakıldı. Vahşice can almanın cezası paraydı, bir cana 600 küsur lira civarında değer biçiliyordu. Şiddet böyle sıradanlaşır, sıradanlaştırılır. Sevgisizlik, halk-iktidar bağıyla meşrulaştırılır ve toplumun bir parçası, kültürü haline gelir. Bakın anayasa son dönemler çok tartışıldı, yasalar dilimize pelesenk oldu. Ne diyor bu yasalardan biri; TCK 215: işlediği bir suçtan dolayı bir kişiyi meşrulaştırmak ve masumlaştırmak suç teşkil eder.

Katil Ogün Samast, Hrant Dink cinayetini işledikten sonra İsmail Türüt çıkıp Samast adına şarkılar yazdı, Neredeydi bu TCK 215? Bu katliam ve katil meşrulaştırılmaya çalışıldı, mesele bununla da kalmadı; ufacık çocuklara, ilkokul öğrencilerine bıçaklı, silahlı gösteriler düzenlenip Ermeniler anlatılmaya çalışıldı. Altını çiziyorum; "Ufacık çocuk", "Ermeni", "silah", "bıçak"… Sonra neymiş? Kınıyormuşuz, Türkiye adına utançmış.

Mevcut yasalar ve koruma iç güdüsü hiçbir zaman değişiklik göstermedi, keza uygulamaları da öyle. Mesele AKP ile de sınırlı değildi, CHP’li vekilin sözde muhalefeti; “Abdullah Gül’ün annesi Ermeniymiş” sözü onu davalık etti. Hal böyle olunca kınama çok yapaydır, samimi değildir. Sonra Ermeni olduğu için yazar da vurulur, eşcinsel olduğu için kafa da kesilir. Ağacı yaşken yanlış eğiyoruz. Sonra bu yasalar istenildiği gibi kullanılıyor. Erdal Eren’in asılması mı lazım, yaşını büyüt, Ogün Samast’ın korunması mı lazım, küçült.

Yılbaşı gecelerinde yüzlerce insanın turiste taciz etmesine seyirci kalan polis, kendi bayramını kutlayan işçinin ağzına gazı dayıyor, bununla da kalmıyor; Taksim’e geziye çıkan turiste de işçi muamelesi yapıp copluyor, hastaneye, Şişli Etfal’e de gaz sıkıyor. Sonra sağa sola "Polis halkın güvenliği demek" diye afişler pankartlar asılıyor. Komik. Hangi halk diyeceğim, turisti de copluyor diyemiyorum. Bunun pratik karşılığı nerede? Pankart asmak kolay, laf söylemek de.

Y.Akit gazetesi Kılıçdaroğlu'nun Yılmaz Güney ziyaretini "katile şefkat" olarak görüyor ama nedense Erdoğan'ın Erdal Eren için ağlaması demokrasiye rast geliyor. Yılmaz Güney'le Erdal Eren ayrı yolun yolcularıymış demek ki ben artniyetliyim, her şey Evet'e kadar, olayın adı demokrasinin gerekliliği iken bir anda "katile şefkat" oluyor. Belki de yanlış kişi ziyaret etmiştir.

Fransa’da liseliler, emeklilik yaşını dert edip sokaklara döküldüğünde, harçlara yapılan zammı da protesto etmişlerdi, basın protestocular ile ilgili 20 bin ila 50 bin arasında tutarsız rakamlar verdi. Türkiye’deki sessizlik sebepsiz değil elbette. Yunanistan'da AB krizin faturasını emekçilere kesip, hükümet de ikramiyelere, emekli maaşlarına müdahale ettiğinde Yunanlılar sokaklara dökülmüştü ve Milliyet köşe yazarı (adayı) Aslı Aydıntaşbaş'ın açıklaması; “şiddet yanlısı insanlar, biz sabırlıyız” olmuştu. Yani sanki herkes elinde kahvesiyle holding binasında, milyarların arasında yüzüyor da keyiften sokaklara çıkıyor, halkların hobisi sokaklara dökülmek, gaz yemek, kolunu bacağını kırdırmak, bunları yazmak kaç lira eder hep merak etmişimdir. Halkın maaşına el koy, kıçındaki donu al, üstelik buna AB aracı olsun sonra o şiddet yanlısı, sen sabırlı. Ona sabırlı demezler buralarda.

Şiddet sıradanlaşıp, hak aramak “şiddet” diye tarif edilirse bu durum kaçınılmaz. Onların yazarlığını zaten geçtim, insanlığını sorguluyorum ben. Ne ülke, ne halklar, ne de insan anlattığınız bu hikayelerle sevilmiyor.

İşte gördüğünüz gibi Kubrick’i anlamak için uzağa gitmeye gerek yok.