Makaleler Makale ve Araştırmalar Araştırmalar Müziğin Sinoplu Diyojen’i: Murat Yılmazyıldırım
Makale Başlığı: Müziğin Sinoplu Diyojen’i: Murat Yılmazyıldırım

Müziğin Sinoplu Diyojen’i: Murat Yılmazyıldırım

Yazar: H. İbrahim Türkdoğan • Eklenme Tarihi: 26.07.2009 • Görüntüleme: 4.277

Özet:
Murat Yılmazyıldırım`ın "Üç Mevsim Bir Ölüm / Üç Ölüm Bir Mevsim" adlı albümü Türkiye`de sıradışı ve biricik bir eserdir. Yılmazyıldırım, Varlık ve Hiçlik adına imzaladığı bu eserinde kendine özgü olanı, ruhunda yaşattığı Kendilik felsefesini işlemiştir.

Kelimeler:

Çağımızın önde gelen komponistlerinden John Cage (1912-1992) 4'33" adlı bestesini sunarken herkes şaşkınlığa uğramıştı. Beste şu: piyanist sahneye çıkar, sahnede duran piyanonun kapağını açar ve tam 4 dakika ve 33 saniye ellerini tuşlara dokundurmadan oturur iskemleye ve süre dolduktan sonra kapağı kapatıp gider. Yüzlerce insan da bu sahneyi seyreder (Woodstock, 1952). Cage bununla alışılagelen müzik anlayışını sarsar. Sesi ve sözü olmayan bir beste müzik midir? Burada dinleyicinin beklentisi boşa mı çıkmaktadır yoksa sessizlik üzerine bir felsefe oyunu mu sahnelenmekte? Ve hatta Hiç duygusu mu iletilmeye çalışılmakta? Ayrıca başka türlü algılanması olanaksız olan yan sesler mi (susmak zorunda olan, öksüren, oturan, dikilen seyircinin “davranışları”, dışarıdan gelen araba sesleri vb.) vurgulanmakta?

Sadece melodik müziğe alışık olan ülkemizde böyle bir sahne mümkün müdür? Kim dinler bu besteyi, nesini dinleyecek?

Düş Sokağı Sakinleri olarak başlayan ve daha sonra yolculuğuna Düşlerin Ressamı olarak devam eden Murat Yılmazyıldırım’ın 12 albümden oluşan “Üç Mevsim Bir Ölüm, Üç Ölüm Bir Mevsim" (Haziran 2009, Sony) adlı çalışması tam da bu türden bir müzik eseridir.
1999 yılında kayıtlarına başlanan bu albüm, çeşitli zamanlara yayılan on yıllık bir zaman diliminde tamamlanmış. Her ayın bir albüm adı olarak yer aldığı çalışma, dinleyiciyi alışık dünyadan koparıp Varlık ile Hiçlik’iğin kesiştiği psychedelic bir duruma götürür. Alışılagelen müzik ve sanatın insan ruhunu zuhur edemediği düşünüldüğü için psychedelic tarz bir ruhsal deney olarak kullanılmıştır. Bu tarz bilinci alışılagelen sistemden koparıp, başka dünyalara götürür. Batı’da bu yöntem sanatın her alanında yaygınken, ülkemizde bununla karşılaşmak pek mümkün olmasa da zaman zaman karşımıza çıkmaktadır. Murat Yılmazyıldırım son albümüyle ruhsal kapılarımızı açmak ve algılama yeteneklerimizi zenginleştirmek için metafizik bir proje sunmaktadır.

Albümde enstrümanlar sıra dışı öğelerle (leğende su sesi, uğultular, öksürmeler, saatin tik tak sesleri vb) birleştirilip bambaşka bir melodi sunulmakta. Kemana ya da saza eşlik eden leğendeki su sesinden bir melodi beklenebilir mi? Bunu nasıl açıklayabiliriz? Çok kolay bir soru ancak yanıtı yine bir o kadar zor. Pink Floyd 1969’da Ummagumma adını taşıyan tamamen sıra dışı albümünü yayınladığında aynı şaşkınlık yaşanmış ve aynı soru sorulmuştu. Grup bu ve diğer albümlerle (Atom Heart Mother, 1970) psychedelic tarzı geniş dinleyici kitlelerine yakınlaştırmak, alıştırmak istemişti. Grup elemanlarından David Gilmour, Ummagumma’nın tam bir melodi albümü olduğunu ifade etmişti. Dinleyicilerse ve özellikle de eleştirmenler anlayış gösteremeyip önce dışladılar, ta ki yıllar sonra kendilerinde de aynı şeyi hissettikleri zaman bu müziğe kalplerini açabildiler. Endüstrinin sanata egemen olduğu bir dünyada mülkiyet hırsı ön planda olduğu için, albümü anlamak herkesin şansı değildir, Yılmazyıldırım’ın deyimiyle: “Bana göre bu albümü anlayabilmek biraz nasip işi.” Sevgi ve barış mesajının sunulduğu albümde felsefi ve dinsel problemler sorgulanmakta, mistik, meditatif, metafizik öğeler sergilenmektedir. Melodik parçalarında sesini sevdiğimiz Yılmazyıldırım, bu kez sesini enstrüman olarak kullanır; işlediği konuları sözlerden daha çok çığlıklar, iniltiler, yakarışlar, acı ve çılgın gülüşler eşliğinde yansıtmaya çalışır. Nefesini kullanarak Varlık sorunsalını birçok dinsel ve hatta felsefi eserlerden çok daha iyi ifade edebilmektedir.

Avrupa ve başka ülkelerde geniş dinleyici kitlelerin kalbine yer eden bu müzik tarzı gelecek yıllarda da ülkemizde insanların ruhunda yerini alacaktır diye düşünüyorum. Murat Yılmazyıldırım bu avangart müziğin ilk adımlarını atmıştır; onu anlayıp içselleştirmek dinleyicinin ruhsal ve kültürel kapasitesine bağlıdır.

On iki albümü birbiriyle kaynaştıran ve uzun sürelerle tekrarlanan kısa saz nakaratı içeren, hayatın akışını simgeleyen bir teatral şölen düşünün ve bu şölenin ana teması Varlık-Hiçlik sorunsalıdır, kullanılan dil Türkçe, İngilizce ve sanatçının kendine özgü dilidir, sadece kendinin anladığı dildir. Eğer resmi dil ile bu sorunu bu ülkede yaşayan insanlarla paylaşamıyorsa, o zaman kendi dilinde okumak daha samimi değil midir? Ve kaldı ki müziğin mesajını anlayan, zaten dile gereksinimi yoktur; o halde onun kendi dilini kendi dilimizi anladığımız gibi anlayabiliriz. Ve enstrüman olarak kullanılan dil, diğer enstrümanlarla örülen bir melodi ağı olarak doğaçlama-yakarışlar halinde bizi yalnızlığımızla yüzleştiriyor- ürpertircesine ve öldürüp diriltircesine. Devasa acı ve gerçek bir an. Bu durumda para üzerine kurulan gündelik hayat elbette yerle bir olacaktır ve para tuzağına bir ömür veren, vermek zorunda bırakılan insanlar bu eseri duyumsamakta zorlanabilir ve hayal kırıklığına uğrayabilirler. Diğer taraftan iç dünyamızdan dünyalarca uzak olan bizler kendimizle yüzleşmenin, Kendi olmanın şansına sahibiz.

Bize sıra dışı gözüken bu albüm aslında konser sahnelerinde kendinden geçen, kendinden geçerek kendine gelen asıl Murat Yılmazyıldırım’dır. Ben kendi adıma albümü dinlediğimde “nihayet… Varlık ve Hiçlik adına ölümün adaletini yeniden sanata işleyen bir ruhlar şövalyesi çıkarmış demek ki bu topraklardan- geç de olsa” diye içlendim.

İngiltereli müzisyen ve komponist Mike Batt “A One Minute Silence” adlı parçasını 2002’de Batt/Cage adı altında yayımlayınca, hırsızlık yaptığı gerekçesiyle yargılandı. Ancak ifadesinde şöyle demişti: “Benim bestem çok daha iyi, çok daha sessiz, Cage’in 4 dakika ve 33 saniyede ifade ettiğini ben sadece bir dakika içinde sahneledim.”

Bir ürünün çalınabilmesi için, o ürünün pek beğenilir olması gerekir. Yılmazyıldırım’ın eserlerinin ülkemizde bu aşamaya gelebilmesi için ne kadar zaman geçer bilemiyorum ancak Türkiye bir sürprizler ülkesidir.