Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Kibarlar ve Kahramanlar
Makale Başlığı: Kibarlar ve Kahramanlar

Kibarlar ve Kahramanlar

Yazar: Zafer Kalfa • Eklenme Tarihi: 26.04.2007 • Görüntüleme: 4.281

Özet:
Siz öyle bir Atatürk düşünün ki, yurdun dört bir yanını işgal eden Batılı işgalciler dururken O,halkın başörtüsüyle uğraşacak! Siz, öyle bir Atatürk düşünün ki; Damat Ferit’i, Vahdettin’i ya da diğer işbirlikçi /teslimiyetçileri eşlerinin başlarını açmaları şartıyla af edecek! Böyle bir Atatürkyoktur,böyle bir Atatürkçülük de...

Kelimeler:

                                                                     KİBARLAR VE KAHRAMANLAR 
    14 Nisan 2007; Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçmiş bir gündür artık. Belki de bir gün, bu tarih resmî- millî bir bayram haline getirilecek. 17 Aralık 2004’ten beri susan, susturulan bir halkın patladığı ya da patlamaya hazır bir bomba haline geldiğin gerçeğini gördük o gün. Türk milletinin tam da karakterine özgün olarak susan susan, sonra fena vuran bir kitleyi gördük o gün. Sevindik, umutlandık. Gururlandık. Fakat şimdi, bir analiz yapma ve hadiseye daha bilimsel, daha ciddi ve daha gerçekçi bakma gerekliliği vardır diye düşünüyorum. O mitingde –o coşku haliyle sezilemeyen- bir yanlış yapıldı. Üstelik bu yanlış; vatanın bağımsızlığı adına endişe verici bir boyuttadır. Nedir? Tartışalım! 
    Hanımlar, beyler; Türkiye Cumhuriyeti’nin 6 temel direği vardır: Cumhuriyetçilik, Devrimcilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik. Hemen belirtelim; bu altı ilke bir ülkenin- devletin varlığı için ancak bir arada tutulursa anlamlı olabilirler. Bu altı ilke içlerinden biri seçilsin diye konulmamıştır. Çünkü bu altı ilke, ülkenin kurtuluş ve kuruluş sürecinde tarihsel ve toplumsal bir iç-doğuştur. Toplum, kurtuluş ve kuruluş sürecinde kendi tarihsel ve coğrafî değerlerinden bir bütün meydana getirmiştir. Bu altı ilke –tıpkı bir vücudun duyuları gibi bir beyinin tam olarak çalışabilmesi aynı anda korunması, kullanılması gereken öğelerdir. “6 ok” altı’ya bölünemez, bölünmemelidir. 
    Bu ilkeleri kabaca tanımlarsak iyi olur: Cumhuriyetçilik ile kast edilen bir rejimdir. Yani ülke siyasetinin işleme biçimi kast ediliyor. Bu daha ziyade nesnel bir ölçektir. Halkçılık; bize bir manevî ilkeyi işaret ediyor; ülkenin elit bir kesime/kesimlere değil bütün halka aynı anda ve aynı ciddiyette değer vermesidir halkçılık. Bu bağlamda manevî olduğu kadar da bilimsel bir ölçektir ve sosyalist (toplumcu) bir nitelik taşır. Milliyetçilik (ki son zamanlarda AB medyası tarafından yanlış ve de ahlaksız bir tanımlamaya sokulmuştur. Bundan amaç, insanları milliyetçilikten soğutmaktır); millî olana sahip çıkmaktır. Emre Kongar’ın tanımlamasıyla; demokratik milliyetçilik ile faşist milliyetçilik birbirine karıştırılmamalıdır. Demokratik milliyetçilik ise Dr. Doğu Perinçek’in tanımıyla; Türk milliyetçiliği yabancıya saldırma değil ama yabancı saldırıya karşı millî olanı savunmaktır. Devrimcilik ilkesi bir işlevselliği kasteder; ilerici olmayı, hücum gücünü korumayı, yönetimin çürümesi, eskimesi karşısında yenilenmeyi anlatır. Yani devrimcilik, muhafazakârlığın kardeşidir. Öyle ki, bir ülke sadece muhafaza ederek yaşayamaz ama muhafaza etmeden de devrim yapılamaz. Devletçilik’ ten anlamamız gereken şudur: ana yapı bozulduğu halde hangi devrimi yaparsanız yapın, hangi milliyeti seçerseniz seçin, hangi ideolojiye geçerseniz geçin ayakta kalamazsınız. Silahlı kuvvetler, millî marş, sınırlar ve ortak bir isim devleti devlet yapan ve olmazsa olmaz diyebileceğimiz öğeler/kurumlardır. Devlet denen homojen (bağdaşık) yapı olmazsa anarşizm doğar ve onun da sonu ya iç savaştır ya da federalizm; yani işgal… Ve gelelim Laiklik ilkesine. Bu ilke ülkemizde yeniden tartışılmağa başlandı. Ve maalesef 14 Nisan’daki mitingin hatası işte bu ilke, bu kavram üzerinden yapıldı Önce, yine kabaca tanımlayalım bu ilkeyi: ümmet ile millet arasındaki sınırı belirleyen Lâiklik, ülkeyi ümmete göre değil millete göre yönetir. Daha açıkçası, laik bir ülkede resmî işler ümmete göre değil millete göre yürür. Kanunlar ümmete göre değil millete göre düzenlenir. Örneğin Türkiye bir İslâm ülkesidir ve bu ülkede yaşayan Müslümanlar hayatlarını uhrevî bir amaç uğruna şekillendirebilirler (materyalizm ile birlikte bu da kalmadı, ayrı mesele). İbadet ederler. Sünnet dediğimiz yine İslâmî davranış kurallarına göre yaşarlar. Fakat İslâm ülkesi olan Türkiye bir İslâm devleti değildir. Öyle ki, 1923’ten bu yana Türkiye bir devlet halini almış ve cumhuriyet biçimine geçmiştir. Artık sadece din kurallarına değil ama aynı zamanda devletin kurallarına da uyulmalıdır. Burada daha da dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Devlet, emri din adına vermez. Eğer öyle olsaydı –örneğin Türkiye’de- hem İslâm, hem de Hıristiyanlık adına bir sürü ayrı devlet kanunu olması gerekirdi ve sonuçta kanunlar işlemez haline gelirdi. Devlet, bir iş gördürmek için tek bir yasayı/kanunu Müslüman için ayrı, gayrimüslim için ayır düzenlemek zorunda kalırdı ve söz konusu yasa işletilemezdi. Burası çok önemli; Lâiklik, kişiye diniden vazgeçmesini emretmiyor ama bu ilke devletin birlik içinde ayakta kalabilmesi için anlam taşıyor. Bununla beraber Laiklik, bir dine mensup bir ülkeyi, aynı dine mensup diğer ülkelerden de ayırır. Bu ayırma işlemini ise manevî değil nesnel zeminde yapar ki burada da ortaya bağımsızlık değeri çıkar. 
    Buraya kadarki kısım genel olarak bize şaşırtıcı ve aykırı gelmez. Oysa müsaade ederseniz ben, sizlere asıl ilginç olanı anlatacak ve bu yolla da 14 Nisan mitinginde Lâiklik adına yapılan büyük ama gerçekten çok büyük hatayı belirteceğim.
Laiklik’ in dine karşı olduğu gibi bir iddia üretildi bu ülkede. Konu zaman zaman alevlendi. Laiklik ile amaçlananın İslâm’ı yok etmek olduğu, laiklerin ise dinsiz olduğu söylendi, düşünüldü. Bu nasıl oldu sizce? İstiklâl Savaşı’nda kendini Mustafa Kemal’im emriyle ölüme atan Müslüman evlatları, ertesi gün O adamın dinsiz olduğunu, dini yok etmek istediğini mi düşündü? Birileri çıktı ve Atatürk’ün Çankaya’nın girişine Kur’an-ı Kerim koyduğu, içeri girmek isteyenin kitaba basmasını emrettiği söylentisini çıkardı. Başka yalanlar da söylendi. Fakat Şeyh Sait (İngiliz ajanı)’in peşine takılan birkaç çapulcudan başka kimse inandı mı bu yalanlara? Bugün Anadolu’nun birçok köy ve kasabasında halkımızın gerek ibadet gerekse sünnet ederek İslâm’ı en güzel şekilde yaşattığını biliyoruz. Aynı insanların (özellikle köylülerin) Atatürk’ü canlarından çok sevdiğini de biliyoruz, görüyoruz. O halde, kim, Lâiklik’ in din karşıtlığı olduğunu söylüyor, düşünüyor? 

    2005 yılında Cumhuriyet Bayramı’nda Diyarbakır’ın Bismil Ovası’nda idim. Kürt köylüler, önce İstiklâl Marşı’nı okuyarak millî bir bayramı kutladılar ardından da dualar eşliğinde iftar yaptılar. Çoluk çocuk, kadın- erkek hepsi, hem dinlerine, hem de Atatürk’e bağlılıklarını muazzam bir şekilde gösterdiler. Yine düşündüm; Lâiklik’ in dinsizlik olduğunu iddia edenler kim?.. memleketim Trabzon’da, bir esnafın dükkânına girin; duvarda, çerçeve içine alınmış bir besmele yazısı, biraz yanında da bir Mustafa Kemal portresi görürsünüz. Hele bizim Trabzon’da yerli halkın (son üç yılda inanılmaz bir göç var Trabzon’a, bu yüzden yerli halk tabirini vurguluyorum) ilginç bir özelliği daha vardır; Trabzon’un yerlisi sindirmiştir birçok değeri içine. Gösterişe ihtiyacı yoktur inanç konusunda. Öyle ki; Bektaşi demesinde olduğu gibi rakısını da içer, namazını da kılar ve soranlara “kime ne!” demesini çok iyi bilir. Ayrıca Trabzon’daki belediye seçimlerini Refah Partisi kazandığı sene bu partiye verilen oy oranıyla şimdiki belediye iktidarı CHP’ye verilen arasında çok fark yok. 
    Bakıyorum; kim bu, Laiklik’ e karşı olan? Ya hu kim? Laiklik’ in dinsizlik olduğunu düşünen kim?
Ve 14 Nisan’da Ankara-Tandoğan Meydanı’nda idim. Şanlıurfa’dan, Rize’den, Artvin’den gelenlere baktım. Çoğu köylü, şalvarlı… Kadınların başlarında tülbentleri… Bunlar mı Laiklik’ e karşıydı?
Hanımlar ve beyler; Türkiye’de Lâiklik tehlikede değildir ve asla da tehlikeye girmemiştir. Fakat Türkiye’de Lâiklik için bir tehdit olduğu doğrudur ve o tehdit de maalesef lâik kesimin ta kendisidir. Daha açık olmak icap ed erse; Türkiye’de irtica tehlikesini başlatan da sürdüren de elitist-lâik kesimdir. Bunlara –günümüz modası bir tabir ile- sözde laikler diyelim!
İşte 14 Nisan’da Ankara’da yapılan hata da budur: “Kahrolsun şeriat!.. Türkiye laiktir, laik kalacak… İrticaya geçit yok!” gibi slogan ve dövizler o mitingin bütün anlamlılığını yok etmiştir. Çünkü Türkiye’de irtica (gericilik) tehlikesi değil çağdaşlık (çağa hapsolma) tehlikesi vardır. Şeriat tehlikesi ise asla yoktur, kaldı ki şeriat bir tehlike değildir ve Türkiye bugüne kadar şeriata inanan halkın sayesinde ayakta kalabilmiştir. Kavramların özünden haberiniz yoksa kavramları suçlayamazsınız! Dahası Türkiye’de şeriat değil ama dinsizlik artarken nasıl olur da şeriatı yaklaşan bir tehdit olarak görürsünüz?
Lâiklik’ i dinsizlik olarak anlayanlar laiklerden başkaları değildir. Bu insanlar, namaz kılmaktan, oruç tutup zekât vermekten öylesine rahatsız olmuşlar, ibadeti öylesine fiyaka kaybı olarak görmüşlerdir ki, aslında tam da emperyalist devletlerin istediğini yapmışlardır. Bahane olarak da İslâm’ın (nedense sadece İslâm’ın, din kavramının değil) güyâ yobazlık olduğunu söylemiş ve Müslümanları laiklik düşmanı olarak göstererek “Müslüman olmaktan” kurtulmuşlardır! Türkiye’de Müslümanlar Laiklik’i dinsizlik olarak görmüyor, ama kibar bazı laikler Müslümanların başına “sizi gidi laiklik düşmanları!” diye vurup vurup duruyorlar. Sonuçta da gavura kızan oruç bozuyor. Türkiye artık bu gerçeği görmelidir. Şeriat’a karşı slogan atanlar için laiklik, serbestçe içki içebilme, oruçtan ve namazdan paçayı sıyırma, göbek açık dolaşabilmektir. Laiklik’ i sadece bu yönden ele alan ve bu sayede laiklik ilkesini felce uğratanlar o gün Tandoğan’da “Türkiye laiktir, laik kalacak!” sloganı atanlardır. Türkiye laikleri (ya da laikçileri mi diyelim?), ezanın Arapça okunmasına karşı çıkarken öz dilde ibadet hakkını savunmuşlar ama anaokullarına kadar giren İngilizce eğitimi/ esirliğine asla karşı çıkmamışlardır. İbadet etmeme gerekçesi olarak Arapça’ yı gösteren laikler ülkemizde basılan binlerce Türkçe Kur’an dururken gitmiş, İncil satın almışlardır. Laiklik ’i gerçekten dinsizlik haline getirenler, işte bu laiklerdir. Ve netice de Müslüman halk da lâiklik’ in gerçekten dinsizlik olduğunu sanmıştır; ne yapsınlar?
Ve bu Türkiye laikleri, 6 ok’u 1’e indirme gafletini göstermişlerdir. ABD başkanı Bush, kendi ağzıyla “üçüncü haçlı seferini başlatıyoruz!” demiştir. Nedir Haçlı Seferi; herkes bilir; İslâm’ı yok etme girişimidir. Bush’un kurmayı C. Rice, Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsetmiştir ve bu iki sözden sonra Müslüman ülkelere gelmiş geçmiş e büyük bombardımanlar yapılmıştır, yapılmaktadır. Aynı anda R. Tayip Erdoğan, milyonların gözü önünde BOP’ un (yani3. Haçlı Seferi’nin, yani Müslüman ülkelere yapılan bombardımanların) eş-başkan’ ı olduğunu söylemiştir. Tayip Erdoğan ve AKP, Müslüman ülkeleri yok etme projesine eş-başkan olmuşken siz nasıl olur da Tayip Erdoğan’ı şeriatçı, imam, laiklik karşıtı olarak değerlendirirsiniz? Nasıl olur da Türkiye’deki en büyük tehlikenin “İslâmcılık” olduğunu düşünürsünüz? 
    Bu ülkede (Bodrum’da), Kur’an okuma etkinliği başlatan resmî bir görevliyi tutukluyor AKP yönetimi. Aynı yönetim, gidip devletin parasıyla kilise yaptırıyor ve siz laikler, Tayip Erdoğan’ı irticacı olarak görüyor, Müslümanları terörist diye yaftalıyorsunuz. Pes! Türkiye bugüne dek sadece R. Tayip Erdoğan’ın başbakanlığında Müslümanlık’ tan Hıristiyanlık’ a geçip evlenen kadınlar gördü, sadece AKP döneminde Hz. Muhammet’e küfredildi (Danimarka), sadece Tayip Erdoğan döneminde Türkiye Hıristiyanları Türkiye’yi tehdit edebildi. Ve siz, bu ülkede Müslümanların laiklik’e karşı olduğunu bunun sebebinin de Tayip Erdoğan’ın şeriatı körüklemesi olduğunu düşünüyorsunuz. Bir daha pes!
Ve evet; 6 ok’u 1’e düşürdü bizim laikler; Türkiye’nin federe-devlet haline getirilmesi gerektiğini söyleyenler var bu ülkede. Kemalizm’e en çok hakaret edenler AB’ci akademisyenler değil mi? Askerimizin başına çuval geçirildi. Bölünmüş haritaları yayınlandı Türkiye’nin. Soros fonlarıyla etnikçiliği körükleyen güyâ sanat eylemleri yapılıyor halâ. Bayrak yakılıyor. Oysa bizim laikler, tek dert olarak Müslümanları görüyorlar. İnanılır gibi değil! Açıkça “İran olacağımıza ABD olalım!” diyor bizim laiklerimiz. Göbek açabilmek, namazdan, oruçtan paçayı sıyırabilmek, şarap eğlencelerini çoğaltabilmek için (ki hepsini zaten yapıyorlar, kimse karışmıyor) “yeter ki…” diyorlar, “yeter ki dinden kurtulalım, ABD olalım!”…     
    Kaldı ki hiçbir Avrupa ülkesinde ve ABD’de laiklik yoktur. Filmlere bile konu olmaktadır Batı’da hala süren kilise tapınmacılığı. Ey Türkiye laikleri, açın artık gözünüzü!
Türkiye, bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır, irtica ile değil. Üstelik, şunu iyi biliniz; bu ülkenin Müslümanları, İran’ın Müslümanları, Irak’ın Müslümanları olmasaydı o çok sevdiğiniz Avrupa ve ABD çoktan gelmiş ve sizi genelev işçisi yapmıştı (yoksa istediğiniz bu mu?ya da özgürlük anlayışınız?..). 
    Ankara’nın Hoşdere’ sinde, İstanbul’un Şişli’sinde sefa yapabilmek uğruna vatanın işgal edilmesine göz yummak Atatürkçülük değil tam tersine Atatürk düşmanlığıdır. 1919’da, Anadolu’nun Müslüman evlatları cepheye koşarken İstanbul’da Fransız şaraplarının lezzetini tartışmayı müthiş bir gelişme olarak tanımlayan kesimin devamıdır bu insanlar.
Yoldan geçen bir kadına soruyorlar, A. Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını : “Atatürk’ün ülkesinde eşi başörtülü olan bir insanın cumhurbaşkanı olmasını kabul edemem” diyor. Yaşadığımız sürece oranla son derece komik, aciz, saf ve gereksiz bir ifade, boş bir düşüncedir. Siz öyle bir Atatürk düşünün ki, yurdun dört bir yanını işgal eden Batılı işgalciler dururken O,halkın başörtüsüyle uğraşacak! Siz, öyle bir Atatürk düşünün ki; Damat Ferit’i, Vahdettin’i ya da diğer işbirlikçi /teslimiyetçileri eşlerinin başlarını açmaları şartıyla af edecek! Öyle bir Atatürk düşünün ki; halkının bağımsızlığı için değil de bir tek kadınların türban takmaması için savaşacak! Yahut siz, öyle bir bağımsızlık düşünün ki bu bağımsızlığa sadece kadınların başlarını açmasıyla ulaşılacak! Ve siz öyle bir ülke düşünün ki; basını ve bankaları yabancı sermayenin eline geçmiş, topraklarının yarısından çoğu yabancı devletlere satılmış, kamu kurumlarının yarısından çoğu özelleştirilmiş, eğitim kurumlarında resmî ve millî dil kullanılmaz olmuş. Birçok eğitim görevlisi, yabancı/işgalci devlet kurumlarından para almayı alışkanlık haline getirmiş, bütün kaleleri zapt edilmiş, tersanelerine girilmiş bir ülke… Fakat bütün bunlar dururken siz, kibarlaşıyor, uysallaşıyor, efendi çocuk, modern kadın oluyorsunuz ve “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diyorsunuz. Ülkenin tek sorunu laiklikmiş ve buna yol açanlar sadece başörtülü kadınlarmış gibi davranıp cazgır çıkartıyorsunuz. Kokteylden kokteyle koşuyor, koşarken kırılan ayakkabı topuğunuzun hesabını yapıyorsunuz ama vatanı için aç kalan, vatanı için silah sıkan, vatanı için mermi taşıyan Müslüman Anadolu kadınını sorumsuzluk, duyarsızlıkla suçluyorsunuz. Yabancı dil dayatması, kültür sömürüsü, orduya düzenlenen komplolar, Anadolu halkının inançlarına yapılan ecnebi saldırılar, topyekûn Kemalizm’e ve İslâm’a yapılan saldırılar, açıkça belirtilen Haçlı Seferi umurunuzda değil. Yeter ki şarap içebilelim, yeter ki Hoşdere’deki şaraphaneler kapanmasın, yeter ki oruçtan, namazdan sıyıralım, yeter ki göbek açabilelim; işte Atatürkçülük budur(!) İşte o Sarışın Kurt, o dev adam böyle savunulur(!). Koca Mustafa Kemal Paşa’yı işi gücü başörtüsüyle uğraşmak olan bir elitiste, bir kibara indirgediniz a; helâl olsun! Sorsak size:
“Atatürk’ü nasıl bilirsiniz?”
“Güzel giyinen, karizmatik, çağdaş ve laik” diyeceksiniz ve yanlış yapacaksınız, yanlış.
Atatürk’ü Atatürk yapan, Anadolu’nun anıtsal tarihine ruhunu katarak düşman üzerine yürümüş olmasıdır. Atatürk, İslâm’ın kılıcını çekmiştir Sakarya’da, Çanakkale’de… Atatürk hiçbir zaman “İran olacağıma ABD olurum” dememiştir. Dünyada, Atatürk’ten sonraki hiçbir devrimci de bu rezil düşünceye kapılmamıştır. Atatürk’ü Atatürk yapan tam bağımsızlık aşkıdır. Bütün konuşma ve yazılarında bağımsızlık ve devrim aşkından bahseden o Sarışın Kurt, bir kere bile halkının inancına, başörtüsüne, namazına, orucuna üstten bakmamıştır. Doğru, Mustafa Kemal Atatürk bilimseldir; dindar değildir. Fakat O, sizin gibi (Atatürk çığırtkanlığı yapan sizler gibi) hiçbir zaman halkını aşağılamamıştır. Cahil de olsa, saf da olsa kimi zaman, bilmiştir ki bu halk, vatan uğruna mermilerin üzerine çıplak bedeniyle atlamıştır. Bu halkın Çanakkale’deki siperlerden çıkmadan evvel kendi cenaze namazını kıldığını ve sonra “Allah Allah!” naralarıyla, kocaman makineleri tüfek mermilerine korkusuzca atıldığını biliyordu, O. Karşılarındayken hayranlıktan başınızın döndüğü o Fransız’dan, o İngiliz’in tecavüzünden sizi kurtaranın bu ülkenin Müslümanları olduğunu biliyordu Atatürk… O, ukalâ ve şımarık bir eda ile dindarları aşağılamak şöyle dursun tam tersini yapmış ve bu güzel dini kirletmeye kalkanları yok etmiştir.
Oysa bugün sizin gibiler yüzünden Müslüman halk, gerçekten de Laiklik’ ten şüphe eder olmuştur. Sizin gibi Fransız öykünmecileri yüzünden bu halk, Atatürk devrimlerini İslâm düşmanlığı sanır olmuştur. Sizin gibiler yüzünden Türkiye halkı yanılgının eşiğine gelmiş, Tayip Erdoğan ile AKP arasında bir fark olmadığını anlayamaz olmuştur. Öyle ki, işte Tayip Erdoğan adaylıktan çekildi. A. Gül aday oldu. Ne değişti. Biz size bir Haçlı Seferi’nden söz ediyoruz. “ben bunun eş başkanıyım” diyen bir adamın yardımcısı mı kurtaracak bu ülkeyi? “Benim görevim ülkeyi pazarlamak” diyenden kurtulduk da onun yardımcılığını yapan kişiye mi kaldık? Tayip Erdoğan’dan kurtuldunuz, aferin size; ama işgalciden kurtulabildiniz mi? 
    Yine de biliniz bay ve bayan Paris yalakaları; sizi bugünkü işgalden de Anadolu’nun köylerinden inen Müslüman vatanseverler kurtaracaktır. Biliniz bunu ve utanınız!

Zafer KALFA
Nisan’07