Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Ganita Belgeseli Üzerine
Makale Başlığı: Ganita Belgeseli Üzerine

Ganita Belgeseli Üzerine

Yazar: Zafer Kalfa • Eklenme Tarihi: 02.09.2006 • Görüntüleme: 4.911

Özet:
Hani İstanbul’un Bab-ı-âli’si var ya; Trabzon’un kültür toplantıları da Ganita’da yapılırdı. Orada devrimci olunur, orada şiir yazmaya başlanır, orada gülünür ve yine orada ağlanırdı.

Kelimeler:

2 AĞUSTOS 2006,ÇARŞAMBA
KUZEY EKSPRES GAZETESİ

GANİTA BELGESELİ ÜZERİNE

Başta da dediğimiz gibi “Yavuz Geliyor, Yavuz” salt bir sanat etkinliği değildi. En azından, amacımız onu geniş bir alana ve genişletilmiş çerçevede sunmaktı. Bu sayede, Trabzon’un kültür tarihinde yer alan her konu, öz, biçim ve olay sanatçıların gözüyle yorumlanabilecek ve gerekirse manevî bir tedaviye gidilecekti. En azından ben, şu konuda kesin hükme sahibim ki bireyin ya da toplumun sorunu ne olur ise olsun en sağlam çözümler entelektüel temelde üretilebilir.
Bu açıdan bizler, elimizde dekor malzemeleriyle değil sanat araçlarıyla yola çıktık. Ganita’ nın masalarını yenilemek veya orada yeni müzikler çalınmasını sağlamak dekorcunun işidir. Bu geçici ve kandırıcı bir çözümdür. Ganita nedir, ne anlama gelir? Ganita, Trabzon’un kent kültürüne 120 yıl boyunca etki etmiş bir alandır. Burada ‘alan’ı altı çok çizgili bir kelime olarak seçiyorum. Kültürü içine toplayarak adeta bir merkez vazifesi gören ve aynı anda içinde /merkezinde elediği, dokuduğu, tazelediği kültürü tekrar şehre yayan bir kültürhanedir Ganita. Öyleyse Ganita’nın ve dolayısıyla Trabzon’un kültür sorunlarına maddeci anlayışlar değil estetik ve entelektüel bakış açılarıyla el atılmalıdır.
Ganita… bir kafe mi, bir okul mu?
Yaşı kaç olur ise olsun hala güne Ganita’da merhaba diyen ve başka türlü de rahat edemeyen bazı insanlar. Oranın eskileri diyelim bu kişilere. Söyleşilerimiz esnasında ilgimi çeken bir durum oldu; bu eski topraklar, o an orada olmayan bazı başka Ganitalılardan bahsederken “ bak, bir de şu vardı… o da buranın mezunudur” diyorlardı. Mekânın şu anki sahibi Adnan Özbilen de çok kullanıyor bu kelimeyi. Anladım ki Ganita, bu insanlar için bir okul. Kaldı ki, bu ifadede bir mecaz olmaktan öte anlamlar taşıyor. Bir çok kişi bilir; arka tarafa doğru küçük bir mağara vardır orada. O mağara, yıllar boyunca civarda yaşayan fakir çocukların derslikleri olmuş. Rahmetli Mehmet Salih Özbilen, evinde elektriği olmayan, çeşitli olanaklardan mahrum bir çok çocuğun orada ders çalışmasına izin verir hatta çaylarını, kahvaltılarını da kendi eliyle hazırlar ve mağaraya götürürmüş. Çocukluğunda o mağarada ders çalışıp şimdi yurt dışında akademisyen olan bir kişi bile var. Bir de, iş sadece o mağarada değil elbette. Ben bile ilk gençlik yıllarımda siyasetin, sanatın ve benzeri konuların tartışıldığı yer olarak Ganita’yı bilirdim.
Hani İstanbul’un Bab-ı-âli’si var ya; Trabzon’un kültür toplantıları da Ganita’da yapılırdı. Orada devrimci olunur, orada şiir yazmaya başlanır, orada gülünür ve yine orada ağlanırdı. Çok iyi hatırlıyorum; dertlenen oraya gelir ve muhakkak dertlenilecek bir dost bulurdu. Yüz tane masa varsa en azından elli tanesinde tanıdık birini görürdünüz ve hemen yanına çöküp başlardınız ağlamaya. Bakın; bu çok önemli ve güzel bir olgudur. Bütünlüğe, dayanışmaya, kardeşliğe işarettir. Ganita birleştirici, bütünleştirici ve dostlukları pekiştirici bir köy meydanı gibiydi o yıllarda. Bu yönüyle de oraya kafe değil ama okul demeyi daha uygun görüyorum. Modern çağda, ilk olarak bu etki kayboldu. Devlet dairelerinden tutun da bu tür mekânlara kadar aynı nesnel ortamda buluşan insanların bu buluşmayı manevî plana taşıyamadıklarını görüyoruz şimdilerde. Giderek daha da bencil oluyor insanoğlu. Neredeyse, yan masada oturan adamdan ateş istemeyi bile sakıncalı görüyorsunuz. Kafe, çay bahçesi vs. mekânlar sadece yemek ya da içmek için veyahut da sıkıcı, bunaltıcı bekleyişler için kullanılagelir oldu. Oysa Ganita başka ihtiyaçları karşılıyordu daha düne kadar. Nedir bu ihtiyaçlar? Bugünün insanında eksik olan neler ise onlar; sevgi, dostluk, sohbet aşkı, paylaşma erdemi…
Mekân-Öz açısından Ganita…
Ganita çay bahçesini özel kılan bir başka durum da yapısı. Ganita, Trabzon’un minyatürleştirilmiş halidir. Nasıl Trabzon, deniz kıyısından dağlara yükselen bir kent ise Ganita da denizin üzerine doğru yükselir. Masaların her birini bir ev ve oturanları da müşteri değil de şehir insanı olarak düşünürsek çok çarpıcı bir benzerlik görürüz. Bu somut yapılar ne kadar benzerse içinde taşıdığı manevî yapılar da o kadar aynı. Dahası, Trabzon genelinde nasıl bir kültürel değişimden (ki bence bu değişim pek de asil değil) söz edebilirsek Ganita’da da aynı değişimi görürüz. Trabzon’un kültürel yapısını keşfetmek isteyen Ganita’yı keşfederek bunu büyük ölçüde başarabilir. Çünkü Ganita da denizin üzerinde bir kaledir. Ganita da Trabzon’un kendisi gibi denizden dağa tırmanan bir yapıdır. Bu mekân üzerine şu da söylenmelidir ki bizler, ruhî edimlerimizi denizden alan insanlarız. Dalgaları inceleyelim. Sonra insanlarımızı inceleyelim; aynılık görürüz. Denize ne kadar yakınsak o kadar Trabzonluyuz. Ne kadar Trabzonluysak o kadar coşkun, sevgi dolu ve asiliz. Son yıllarda denizden koptuk, koparıldık. Belki de Ganita Trabzonlu kalabildiğimiz tek yer şu an.
Çekimler sırasında…
Çekimler sırasında birçok yeni keşif yaptık. Meselâ Adnan Bey, çok eski fotoğraflarını gösterdi Ganita’nın ve Ganitalıların. Bakar bakmaz, deilcesine bir özlem duygusunu uyanıyor içinizde. Bilirdik, tahmin ederdik ama bu kadar da değil; ne kadar önemli bir güzellik kaybolmuş… tutarsız modernleşme, ne kadar çok güzelliği almış, çalmış bizden. Bunun yanı sıra, entelektüel olarak da bu masalar ne büyük bir değer erezyonu yaşamış. Kimler gelip geçmemiş ki bu masalardan. Meselâ “şairler sultanı” Necip Fazıl Kısakürek… Ben bunu 6 Mart etkinliği sırasında, eski bir gazete gipüründen öğrenmiş ve halka duyurmuştum. Ganita’nın kurucusu Ali Özbilen zamanında, necip Fazıl’ın banka müfettişi olarak Trabzon’a tayini çıkıyor. O sıralar Necip Fazıl, içkiyi bırakmış. Çay içiyor sürekli. Buraya gelip o kadar çok çay içiyor ki para yetiştiremiyor. Sonra görev süresi doluyor ve aniden şehirden ayrılıyor. 800 kuruş mu ne?.. Çay borcu kalıyor Ali amcaya…
Düşünsenize, Necip Fazıl ve daha başka birçok düşünür hem sohbet ediyor hem de sanatı, edebiyatı, siyaseti tartışıyorlar bu masalarda. Ne büyük bir değer!.. Sonra Trabzon’un ilk sanat dergisi yine bu masalarda oluşuyor. 90’lı yılların ortalarına dek ben de nasiplendim bu havadan. Sonra ne oldu?.. Komik ama “çağdaş bir kent” olduk…
Yarınlara dair…
Çekim için İstanbul’dan gelen arkadaşım, burayı görünce hayran kaldı. Sonra Adnan ağabey ile de epey sohbet etti ve dinledikleri onu daha da heyecanlandırdı. Baktım, arkadaşım Önder Taşyürek ve Adnan ağabey koyu bir sohbete dalmışlar. Önder, anlatıyor: “şuraya bir perde çekilir. Şuraya makine koyulur…haftada bir gün” felan.. Büyük bir duvar var orada. Önder, bu duvarın ve önündeki geniş alanın film gösterimi için uygun olduğunu düşünmüş. Ben de katıldım sohbete. Karar verdik, belgeseli bitirir bitirmez gerekli araçları temin edeceğiz ve filmi ilk olarak Ganita’da, açık havada ve halka açık şekilde göstereceğiz. Bir de bu kadar zengin bir alt yapısı olan Ganita’yı daha çok anlatmak, daha uzun süre yaşatmak için ilerleyen zamanda Ganita Günleri düzenlemeyi düşündük. Gerek şehir içinde, gerekse dışarıda sayısız yazarımız, ressamımız var. Trabzon değil de hangi şehir böyle bir birikime sahip? O halde Trabzon’da değil de hangi şehirde yapılacak bunlar? Elbette, ilk önce şu sunî zihniyetleri yıkmak gerek. Trabzon insanı; sahil yoluyla, denizin içine yapılaması düşünülen maç sahasıyla vs. kafa yormayı hak etmiyor. Hepimiz inşaat ile yatıp asfalt ile kalkar olduk. 3000 yıllık bir kültür tarihimizi beton yığınlarına mı gömelim? Sanılmasın ki sırf estetik kaygılarla, sanatçı gözüyle söylüyoruz bunları;Ganita yoksa Trabzon yok…deniz yok aşk yok…aşk yoksa ahlâk yok…Bunun sanatçılardan çok siyasetçiye zararı dokunur, dokunacaktır.
Filmin bitirilmesi…
Bir yıl içinde önce 6 Mart karma sergisi(Hüseyin kazaz Kültür Merkezi), sonra Zigana TV’de bir ay süren canlı yayın ve şimdi de belgesel… hepsi kendi isteğimizle, kendi kaygımızla yapıldı. Sadece ve sadece güzellik diye bir çıkarımız var bu işlerde. Şehrimiz, ülkemiz, dünyamız adına güzellik… Öyle ki, malî yetersizlik yüzünden bir türlü montaj aşamasına geçemiyoruz. Ve ne acıdır ki, bütün çağlar boyunca tarih sanat ve düşünce adamları tarafından inşa edilmiştir. Oysa bizler şu anda “inşaatçı gelişme” mantığı yüzünden tarihimizi yaşatamıyoruz.
Birkaç ay evvel yerel bir kanalda da söylemiştim: bizim iş adamımız, bürokratımız, siyasetçimiz her dem Trabzon’un tarihî zenginlikleriyle, coğrafî güzelliğiyle övünür ama bu hep sözde kalır. O halde artık ağızlarını açmasınlar… “bizim iğrenç bir şehrimiz var onu bu hale biz getirdik.Ağaçları kestik.. sanatımızı, sanatçımızı rencide ettik…işte böyle bir şehir inşa ettik” desinler!
Gereken parayı bulur da filimi tamamlayabilirsek en çok da Ganita’ya ve Trabzon’un taşına toprağına olan borcumuzu ödemiş olmanın iç huzurunu yaşayacağımıza inanıyorum. Aslına bakarsanız, bundan daha büyük bir kazanç da düşünemiyorum.


Zafer Kalfa