Makaleler Edebiyat Hikaye ve Öyküler Kırık Bir Kemansa Yaşadığımız Hayat
Makale Başlığı: Kırık Bir Kemansa Yaşadığımız Hayat

Kırık Bir Kemansa Yaşadığımız Hayat

Yazar: Akgün Akova • Eklenme Tarihi: 20.01.2006 • Görüntüleme: 4.224

Özet:
Buluştuğumuz gizli bahçelerden havalanıp göç ettiğinden beri, ilk kez yazıyorum sana. Çünkü, bir kez daha bir kuyrukluyıldız dünyayı sarıp sarmalayan uzay boşluğundan ışık saçarak geldi ve başımızı gökyüzüne kaldırmamıza neden oldu.

Kelimeler:
Kırık Bir Kemansa Yaşadığımız Hayat, Akgün Akova, türk edebiyatı, edebiyat hikayeleri, edebiyat öyküleri, Akgün Akova hikayeleri, Akgün Akova öyküleri, Akgün Akova yazıları

KIRIK BİR KEMANSA YAŞADIĞIMIZ HAYAT
Akgün Akova

  • Seni hep gökyüzünün önünde düşünürüm.
    SÜREYYA BERFE
Sevgili Kırlangıç,

Buluştuğumuz gizli bahçelerden havalanıp göç ettiğinden beri, ilk kez yazıyorum sana. Çünkü, bir kez daha bir kuyrukluyıldız dünyayı sarıp sarmalayan uzay boşluğundan ışık saçarak geldi ve başımızı gökyüzüne kaldırmamıza neden oldu. Diyeceksin ki, yalnızca kuyrukluyıldızlar yeryüzünü selamladıkça mı bana mektup yazacaksın? Elbette, hayır. Ama mektup yazma alışkanlığımı, yıllar önce bir zarf yüzünden yitirdim. Yazdığım bir mektubu içine koyup ağzını kapattığımda, "İmdat!" diye bağırmıştı, "Nefes alamıyorum, boğuluyorum!" Zarfı hemen açıp, mektubu çıkardığımda, bu kez "Ah! Of! Parçaladın beni! Canımı yaktın!" diye inledi. Çöpe atınca da, "Çıkarcı herif!" dedi, "İşine yaramadığımı görünce nasıl da sepetliyorsun beni!" Ne yapacağımı şaşırdım. Bir de, mektup kağıdı bana, "Çırılçıplak kaldım. Üşüyorum!" demez mi?! O günden beri zarflardan korkuyorum, bana mektup yazıp yanıt alamayanların başına gelenler biraz da bundan.

Sevgili Kırlangıç, açılışı kavak ağaçları gibi uzatınca sormayı unuttum, yeni konuğumuzla tanıştın mı? Gökbilimciler ve şairler onun gelişini büyük bir heyecanla karşıladılar, ya sen? Onun adının Hale-Bopp olduğunu ve en son 4200 yıl önce yakınımızdan geçtiğini biliyor musun? Hale-Bopp'un 40 kilometre çapında çekirdeği, 100.000 kilometre çapında saçı var! Saatte yaklaşık 160.000 kilometre hızla yol alıyor. Ben adını da Türkçeleştirdim "Haydi-Hop" diye!! Bu ad, kuyrukluyıldızın güneş sistemimizin üstünden birdirbir yapar gibi geçişine de ayna tutuyormuş gibi geldi bana. Gerçi bu, onu keşfeden Alan Hale ile Tom Bopp'a karşı haksızlık oluyor ama, ne yapalım. Can Yücel de, Oedipus Kompleksi'ni "Anam Avradım Olsun Karmaşası" diye çevirmemiş miydi!!

Geçen gece, Hale-Bopp'u izlemeye çalışırken, eski bir yolculuğumu anımsadım. Sürücüsü olduğum otomobil, gecenin karanlığını farlarıyla kazımaya çalışıyordu. Bir söyleşi için, otoyoldan Ankara'ya gidiyorduk. Saatler, geceyarısını zamanın belleğine uğurlamışlardı. Işıklandırılmamış yolda, koyu bir karanlığın dibine doğru gidiyordu araba. Bir gece önce, hemen hemen hiç uyumadığım için, yorgunluk yaprakta gezinen tırtıl gibi gözlerime yapışmıştı. Diğer dört yolcu mışıl mışıl uyuduğundan, radyoyu da açamıyordum. Uykunun deresinde boğulmak üzereyken, arabayı sağa çektim, farları söndürdüm, bagajdaki içme suyuyla yüzümü yıkamak için aşağıya indim. Dışarıda, karanlığın saçları arasında inanılmaz bir sessizlik vardı. Yukarıda, çırılçıplak yatan bir kadının uzun boynuna sıçramış su damlaları güzelliğinde bir samanyolu, yıldızlarını görücüye çıkarmıştı. Christian Morgenstern'in "Düşler Ormanı" adlı şiirini mırıldandım:

Kuşun gözleri
kapanıyor,
uykuya dalıyor
ağacının üstünde.
Orman değişiyor
rüyasında
ve derinleşiyor, bayram havasında.
Sessiz olan ay
yükseliyor.
Küçük kuş ötüyor
yorgun.
Tüm ormanda tek yaprak
kımıldamıyor.
Uzaktan duyuluyor, uzakta
yıldızların korosu.

 
Havada alışılmadık bir şeyler vardı. O anda karanlığın karnında yapayalnız olduğumu duyumsadım. Ürkmüş, korkudan çok bir körlük duygusuna kapılmıştım. Kendimi arasam, bulamayacakmış gibiydim. O sırada derinlerden gelen bir keman sesi duydum. Birden, yukarılardan bir göktaşı düştü. Ardından, gökyüzü çingene panayırına döndü. Onlarca göktaşı, aynı yöne doğru fırlatılan ateş topları gibi ışık dansı yapmaya başladılar. Bir düşün içine savrulmuş gibiydim. Yüzümü onların ışıklarıyla yıkadım. Yolun kalan bölümünde o keman sesini gerçekten duyup duymadığımı düşünüp durdum.

İşte böyle Sevgili Kırlangıç... Bunlar, senin yüzündeki ışıkla karşılaşmadan çok önce, bir Mayıs gecesinde yaşadıklarım.

Yüzünün ışığı yüreğimin yüzünü yalayıp geçtikten aylar sonra, başka bir olaya tanık oldum. Lokantanın birinde yemek yerken, yakınımda bir şey patladı. Patlamanın olduğu yere baktığımda, yerdeki balon parçalarını gördüm. Hemen oracıkta, bir çocuk arabasında garip hareketler yapan küçük bir kız vardı. Üç dört yaşlarındaydı. Renkli giysiler içindeydi ve belini çevreleyen bir kayışla arabaya bağlanmıştı. Başını sağa sola sallıyor, ayakları ve elleriyle de hızlı ve düzensiz hareketler yapıyordu. Çocuğun kör olduğunu farkettiğimde dünyam sallandı. Annesiyle babası yanına çökmüşler, güven verici sözler söyleyerek yatıştırmaya çalışıyorlardı onu. Elinde patlayan balonun yarattığı müthiş paniği ağzından dökülen anlamsız sözcükler açığa vuruyordu. Ailesinin bütün çabasına rağmen, korkusu giderek arttı ve sesi ağlamaya dönüştü. İşte, o zayıf, uzun boylu adam tam o sırada çocuğun yanında belirdi. Herkes çocuğun yaşadığı korkudan öylesine etkilenmişti ki, adamın oturduğu masadan sessizce kalkıp çocuğa doğru yürüdüğünü görmemişti. Adam, elindeki tahta kutuyu açtı ve içinden bir keman çıkarıp çalmaya başladı. O çalmaya başlayınca, karlı bir dağa çarpan tek motorlu uçağa döndüm. Çünkü çaldığı ezgi, o Mayıs gecesinde, gökyüzünden üzerime dağılan sesin aynısıydı. Sanki çalkalanan bir denizin üzerine bulutlar dökülüyor, döne döne düşerken boşlukta bu sesi çıkarıyorlardı. Kemancı, o ezgiyi çalmaya başladıktan kısa bir zaman sonra, küçük kızın yüzü yumuşamaya, ağlaması kesilmeye başladı. Sonra, gözleri yavaşça kapandı ve uykuya daldı. O uyuyunca kemancı, ezgiyi bitirdi ve kemanını yeniden kutusuna yerleştirdi. Kalktığı masaya geri dönerken, anneyle baba yaşlı gözlerle ellerine sarıldılar. Onları yerden kaldırdı ve masasına doğru ilerlemek yerine kapıya doğru yürüdü. Biz onun düşüncesini neden değiştirdiğini anlayamadan çıkıp gitti. Benimle birlikte lokantada bulunan herkes, yaşadığımız olay karşısında konuşamaz duruma gelmişti.

O zaman bu sesin, bilinmeyen bir şey karşısında duyduğumuz korkuyu silmek için, yüreğimizin yarattığı bir ses olduğunu anladım. Benim, samanyolunun altındaki sessiz karanlıkta duyduğum korkuyla, karanlık dünyasında yaşayan kör çocuğun elinde ilk kez patlayan balonun sesinden duyduğu korku, aynıydı. Yürek, bu korkular karşısında cesaretin ezgisini üretiyordu. Biz onu duyabilirsek korkumuz geçiyor; duyamazsak korku bizi eziyordu.

Sevgili Kırlangıç, anımsıyor musun, bana Susanna Tamaro'nun "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" adlı kitabını armağan etmiştin. Bense, yazı yazma hastalığımın iyice gemi azıya aldığı o günlerde, bir türlü okuyamamıştım kitabı. Belki de, adından korkmuştum. Yüreğimin götürdüğü yere gitmeye devam edersem, beni seven başka insanları inciteceğimi düşünmüştüm. Sonunda okudum onu, çünkü yüreğimin korku karşısında ürettiği sesi yeniden duymuştum. Çünkü sen uçup gitmiştin, yitirecek bir şeyim kalmamıştı. Çünkü, kış gelmiş, göçmen kuşlar yüreklerindeki güneye varmışlardı. Kitabın bir bölümünde, kahramanlardan birinin yasak aşkıyla son buluşması anlatılıyordu:

..."Her akşam," demişti Ernesto, "saat tam on birde, nerede ve nasıl olursam olayım, dışarı çıkacağım ve gökyüzünde kutup yıldızını arayacağım. Sen de öyle yapacaksın ve biz birbirimizden çok uzak bile olsak, uzun zamandır görüşememiş bile olsak, artık birbirimiz hakkında hiç haber alamıyor bile olsak, düşüncelerimiz yukarıda buluşacaklar ve birlikte olacaklar." Sonra birlikte pansiyonun balkonuna çıkmış ve parmaklarımızla yıldızların arasına tırmanmıştık. Orion ile Betelgeuse arasında kalan kutup yıldızını göstermişti bana."

Biliyorsun, kutup yıldızı, binlerce yıldan beri karanlıktaki insanlara yol gösterir. Oysa çoğu insan, yıldızların kuşlara da yol gösterdiğini bilmez. Göçmen kuşların yön bulmaları konusunda çeşitli araştırmalar yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde, bir bilim dergisinde "Kuşlar Neden Güneye Uçar?" başlıklı bir yazı okudum:

"Göçmen kuşların yollarını nasıl bulduğu, eskiden beri üzerinde düşünülen bir konu. Almanya'nın Frankfurt-am-Main Üniversitesi'nden Wolfgang Wiltschko ve arkadaşları bu konu üzerinde çalışıyorlar.
Kuşların iki tane iç pusulaları var. Biri yıldızları temel alıyor. Diğeri ise, dünyanın manyetik alanını temel alan bir manyetik bir pusula. Kimse kuşların manyetik alanı nasıl algıladığını bilmiyor ama, manyetik bilgiler kuşların göçünde çok önemli bir yer tutuyor. Bazen iki pusulanın çelişkiye düştüğü de oluyor. Manyetik Kuzey Kutbu sabit olmadığından, bazı durumlarda coğrafik Kuzey Kutbu kuşlara güneye gitmelerini gösterirken, manyetik Kuzey Kutbu tam zıt yönde hareket etmelerini söylüyor. Peki kuşlar ne yapacak? Deneylerin çoğu, böyle bir çelişki anında kuşların çoğunlukla yıldızları izlediğini göstermiş. Ancak Dr.Wiltschko ve arkadaşları işin bu kadar basit olmadığını ortaya koymuşlar. Belli bir türe ait kuşların (Sylvia borin) yavrularını yapay yıldız görüntülerinin bulunduğu, manyetik alan olan ve olmayan özel ortamlarda yetiştirmişler. Manyetik alan olan ortamda yetişen kuşlar gerçek yaşamdaki gibi güneybatıya yönelmişler; manyetik alan olmayan ortamda yetiştirilenler ise güneye yönelmişler. Deneyin sonuçları, kuşların çelişkili durumlarda, manyetik bilginin, yıldızlardan gelen bilginin önüne geçtiğini ortaya koyduğundan ilginç bulunuyor. Bu sonuçlar, daha önce yapılan çalışmaların sonuçlarına ters düşüyor. Tüm bu bulgulardan, onlara yön veren hiçbir şey olmadığında. sıcak bir kış geçirmek isteyen kuşların daima güneye uçtuğu sonucuna varılmış.

Yıldızlar genel bir yön bilgisi veriyor. Araştırma, kuşların çelişki yaratan durumları kendi yararlarına kullanabildiklerini de gösteriyor. Kuşların her iki pusula sistemi arasındaki ilişki, kuş türüne ve göç yollarının özelliklerine göre değişiyor. Düzenli olarak yükseklerde uçan kuşlarda yıldızlara bakarak yön bulma daha öncelikli oluyor; ancak tropiklerde düşük yüksekliklerde manyetik ve yıldız pusulaları daha az fark gösteriyor. Kuşlar, yıldızları genel yön bilgisi edinmek, ama manyetik alanı da göç yolunu kesin olarak belirlemek amacıyla kullanıyorlar."

Sevgili Kırlangıç,

Güneye, hep güneye uçan kuşlar yağmurun altından geçerken ne düşünürler acaba? Su damlaları tüylerine vurmaya başladığında konacak başka bir yürek mi ararlar? Bunları bana, güneşin ellerimizi yeniden ısıtacağı bir bahar günü anlatmalısın. O gün, kuzeyde kalmış olan bana, güneyin ışıklarını anlatmalısın. O zamana kadar, dinlenmek için konacağın ağaçlardan birinin dallarına, sen okuyasın diye, Ingeborg Bachmann'ın yıldızların göz kırptığı şiirlerle dolu "Büyük Ayı'ya Çağrı" adlı kitabında yer alan "Kuzey ve Güney" şiirini asıyorum:

"Çok geç vardık bahçelerin bahçesine,
o hiçbir üçüncü kişinin bilmediği uykuda.
Kar yağmasını zeytin dalında beklemekti istediğim,
yağmuru ve buzların gelmesini ise badem ağacında.
Ama nasıl dayanabilir palmiye,
senin yumuşak yapraklardan örülü duvarı yıkmana,
nasıl yolunu bulsun yaprakları sisin içinde,
sen kış giysilerine büründüğünde?
Düşün ki, yağmur ürkütmüştü seni,
açılmış yelpazeyi sana getirdiğimde.
Sen onu kapattın. Yitirdin zaman sezgini,
ben kuş sürüsüyle havalandığımdan bu yana."

 
"Yüreğinin götürdüğü yere git" diyordu Susanna Tamaro.

Ama, Sevgili Kırlangıç, sen giderken yüreğini yanımda bırakmamalıydın. Gittiğin yere onu da götürmeliydin. Çünkü, hala Bachmann'ın sözcükleri öpüp duruyor resmimizi ve kırık bir kemanın ezgisini çalıyor yaşadığımız hayat:
 
"Ve nerede camı buğulatsam,
yine senin bir çocuk parmağıyla resmedilmiş
adın çıkıyor: Masumiyet.
Onca uzun zamanın ardından."
 

KIRIK BİR KEMANSA YAŞADIĞIMIZ HAYAT
Kaynakça
  • ZUHAL ÖZER, "Kuşlar Neden Güneye Uçar?", TÜBİTAK Bilim Teknik Dergisi, Şubat 1997, Sayı: 351
  • SUSANNA TAMARO, "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git", Türkçeleştiren: Eren Cendey, Can Yayınları, 1995
  • "Dünya Hale-Bopp'u İzleyecek", Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mart 1997
  • "Hale-Bopp İzlenme Rekorları Kıracak", Yeni Yüzyıl Gazetesi, 19 Mart 1997
  • ALP AKOĞLU, "4200 Yıl Sonra Yeniden Gelen Ziyaretçi: Hale-Bopp", TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Nisan 1997, Sayı: 353
  • "Şiir Atlası 3", Hazırlayan: Cevat Çapan, Yapı Kredi Yayınları, 1996
  • INGEBORG BACHMANN, "Bütün Şiirleri", Türkçeleştiren: Ahmet Cemal, Kavram Yayınları, 1995
  • SÜREYYA BERFE, "Ufkun Dışında", De Yayınevi, 1985