Makaleler Edebiyat Hikaye ve Öyküler Kuyrukluyıldızın Peşindeki Kırlangıç
Makale Başlığı: Kuyrukluyıldızın Peşindeki Kırlangıç

Kuyrukluyıldızın Peşindeki Kırlangıç

Yazar: Akgün Akova • Eklenme Tarihi: 08.01.2006 • Görüntüleme: 5.193

Özet:
Biraz önce, gecenin dilinin altında uçarken bir şeye çarptım. Seninle yanyana getirdiğimiz kanatlarımızı ayırdığımızdan beri bir dalgınlık, bir yitiklik çökmüştü üstüme. Sanırım bu yüzden bir kuyrukluyıldıza çarptığımı, ancak her yanım ışık içinde kalınca anladım. Samanyolunun merdivenlerinden karanlığa yuvarlanan ışıklı bir topa dönüşmüştüm.

Kelimeler:
Kuyrukluyıldızın Peşindeki Kırlangıç, Akgün Akova, türk edebiyatı, edebiyat hikayeleri, edebiyat öyküleri, Akgün Akova hikayeleri, Akgün Akova öyküleri

KUYRUKLUYILDIZIN PEŞİNDEKİ KIRLANGIÇ
Akgün Akova

  • ...Bir kez güçlü bir sevme olanağı yakalanmışsa geçmişte; yaşam, bu coşkun ısıyı, bu ışığı yeniden bir daha elde etme aranışıyla geçer.
    ALBERT CAMUS
Sevgili Kırlangıç,

Biraz önce, gecenin dilinin altında uçarken bir şeye çarptım. Seninle yanyana getirdiğimiz kanatlarımızı ayırdığımızdan beri bir dalgınlık, bir yitiklik çökmüştü üstüme. Sanırım bu yüzden bir kuyrukluyıldıza çarptığımı, ancak her yanım ışık içinde kalınca anladım. Samanyolunun merdivenlerinden karanlığa yuvarlanan ışıklı bir topa dönüşmüştüm. Uçuş hızımı yavaşlatarak bu ışık sağnağının tadını çıkarmaya çalıştım. Ama, birlikte uçarken içimdeki gökyumağını sevincin balkonuna çağıran o beyaz kanatların yine gelip takıldılar aklıma. Kuyrukluyıldızlar konusunda sana söylediklerimi anımsıyor musun? Hyakutake'in yeryüzüne şapka çıkararak dünyanın yanından geçtiği gecelerden biriydi. Taksim'de uyanık bir girişimci, eski eşyalar satan bir dükkandan bulduğu yaşlı bir teleskopu meydandaki anıtın yanına dikmiş, isteyenleri bir bardak gazoz parasına gökyüzüne baktırıyordu. 1976'dan bu yana Güneş sistemimize uğrayan en parlak kuyrukluyıldız olan Hyakutake'i görememiştik ama, ayın yüzündeki kraterlere şaşkınlıkla bakmıştık. Sana, "kuyrukluyıldız" sözcüğünün Latince karşılığı olan "komet"in, eski Yunanca'da "saçı olan" anlamına gelen "kemotes"ten türediğini; sonraları eski Mısırlıların da kuyrukluyıldızlara "uzun saçlı yıldız" dediklerini söylemiştim. Hirn ile Ranyard adlı gökbilimcilerin tanımlarıyla, "kirli-kozmik kartopları"ydı onlar. "Sen de benim yürek sistemime giren en ışıklı kuyrukluyıldızsın" diye bitirmiştim sözlerimi. Sonra sana baktığımda, o simsiyah saçlarının büyük bir hızla uzadıklarını ve bedenimin her yanını sarıp sarmaladıklarını görmüştüm. Sanırım, o gece ve sonrasında bize samanyolunun dibindeki kapıları açtıran da, o kıvırcık saçların olmuştu. O geceden sonra karanlıkta uçmaktan hiç korkmadım.

Sevgili Kırlangıç,

Biraz önce yıldızlarla ilgili söylediklerim, çocukluğumun yaz bahçelerine kadar götürdü. beni. 60'ların sonunu tarlalarına korkuluk diye diken bir taşra kasabası, senin için, doğmamış bir çocuğa alınan bir oyuncağa benzese de; bana kapılarını kilitlemeden uyuduğumuz evleri anımsatıyor. İnsanlığın nerelere geldiğini anlamanın en kolay yolu, evlerimizin kapılarına bakmaktır bence. Önceleri, itilince açılan küçük bir mandal vardı kapılarımızda; sonra uyduruk kilitler koyduk. Derken bilyalı kilitler yapıldı ve ikişer ikişer kapılara takıldı. Birisinin adına "emniyet kilidi" dendi, çünkü hiç kimse kendisini güven içinde görmüyordu artık. Sonra ahşabın yerini çelik malzeme aldı. Gitgide kabuklar kalınlaştırıldı, korku denizleri sevinç nehirlerini yaladı yuttu. Bireyselleştikçe ve yalnızlaştıkça, sevgiler de, sevgileri belirtme biçimlerimiz de değişti. Kanatlar yitirildi; küçük, loş odalarda uçmaya çalışıldı. Gökyüzü, yıldızlar ve bahçeler unutuldu. Ateşböcekleri de.

Çocukken, ağaçların baykuşların terini sildiği o sıcak yaz gecelerinde peşlerine düştüğüm, sokak feneri yapmak! için avucuma topladığım ateşböceklerini nasıl unutabilirim? O zamanlar, ateşböceklerini yeryüzünde gezinen yıldızlar, yıldızları da gökyüzünde uyuyan ateşböcekleri sandığımı sana söylemiş miydim? Kanatlarımızı alabildiğince açtığımız, yüreklerimizdeki o tutkuyla gökyüzünü için için titrettiğimiz o coşku dolu günlerde, bazı şeyleri sana söylemeyi unutmuşsam bağışla beni. Çünkü, sana rastladığım zaman, yuvası çatlamış bir kuş olarak umarsızca bulutların arasına girip çıkıyordum. O günlerde okuduğum kitaplardan birinde, Nikaragua kıyılarındaki Bluefields kentinde geçen bir olay anlatılıyordu. Kentte geleneksel Mayıs bayramının kutlandığı gece, olayı anlatan kişi bir binanın terasında herşeyi unutmak isteğiyle, gökyüzüne bakmaktadır. O sırada, tanımadığı bir çocuk gelip yanına uzanır ve yıldızlara gözünü diker. Onlar gökyüzüne bakarken, samanyolunun torbasından bir yıldız düşer. Çocuk, adama şunları söyler:

"Yıldızlar neden düşer, biliyor musunuz? Suç Tanrı'da. Tanrı onları iyi yapıştırmıyor. Nişastayla yapıştırıyor onları."

Sevgili Kırlangıç, aşklar neden düşer biliyor musun? Suç sevgililerde. Sevgililer onları iyi yapıştırmıyorlar. Bencillikle, sabırsızlıkla yapıştırıyorlar onları. Bizim aşkımız da onlardan biri miydi yoksa? Neyse, bırakalım şimdi bunları da; benim ateşböceklerini yıldız sandığım günlere geri dönelim.

"Kargadan başka kuş tanımam"cı değildim çocukken. Kasabamızın göğünde kanat gösterisi yapan iki kuş daha tanıyordum, onlar için pencerenin kenarına ekmek kırıntıları bırakacak kadar hem de. Serçe ile güvercindi bu iki kuş. Boylarına boslarına bakarak vardığım sonuç şuydu: Serçeler, güvercinlerin yavrularıydılar! Ama anlayamadığım şey, o kadar çok serçenin, bu kadar az babası olmasıydı. Güvercinlerin sayısı, hele hele anne olduklarını sandığım kumruların sayısı o kadar azdı ki! Zamanla leylekleri, baştankaraları, ispinozları, tarlakuşlarını, isketeleri, kırlangıçları, bülbülleri, çullukları, keklikleri de "Kuşlar Kitabı"mın sayfalarına kattıysam da, bu çocukluk yanılgım İstanbul'a giden bir otobüse bindiğim güne kadar sürdü. İstanbul'da Harem-Eminönü vapurundan inip, kocaman bir yapının önüne geldiğimde, sorumun yanıtını bulmuştum: Bütün serçelerin babaları orada; Yeni Cami'nin önündeydiler! Onları yemledim, kasabamızdaki yavrularının selamlarını (!) ilettim. Bazı söyleşilerimde izleyicilere Oktay Rifat'ın "Güvercin" adlı şiirine sarılmış kuş yemleri dağıtmamın nedeni, belki de binlerce güvercinle ilk kez karşılaştığım o gündür.

Serçelerin güvercinlerin yavruları olmadığını öğrendiğimde, göçmen kuşların yaşam öykülerinin peşindeydim. Onlara, "Sevgili Yabankazı" ya da "Sevgili Leylek Amca" diye başlayan bir sürü mektup yazmış, hiçbirini göndereceğim adresi bulamamıştım. Göçmen kuşların dönmesini beklerken okunabilecek en güzel şiirlerden birini ise, Cevat Çapan'ın şiir kitaplarından birinde buldum. "Kuş Bakışı"ydı adı:
 
O göçebe kuşları da merak ederdin sen,
ılın hangi ayında geldiklerini,
gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
uvalarını nerelerde yaptıklarını...
Turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
Onları anlatırdım sana kış geceleri,
aştıkları lacivert denizleri,
adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.
Arslanlar kükretirdim geride kalan ormanlarda,
filler dolaştırır, timsahlar dövüştürürdüm
çamurlu ırmaklarda.
Derken kızıl kiremitler görünürdü bir kıyı
köyünün dağınık damlarında.
Ve bahar yağmurları yağdıran bulutların
arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.
Dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.
Hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında
ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.
Kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.
Sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların
giderken aramıza bıraktıkları sessizlik.

 
İnsanların yaptıkları kadar, kuşların yaptıkları da şaşırtmıştır beni. Onların göç haritalarını incelediğimde inanılmaz yolculuklar görürüm. Her yıl göç yollarında beyaz leylek 5000 km., bülbül 3500 km., guguk kuşu 6000 km., ev kırlangıcı 9000 km. kanat basıyor. Bir yıl boyunca 40.000 km. uçan bir tür kırlangıç olan kutup sumrusu ise, göç yolu rekorunu kanatlarında bulunduruyor. İnsanın inanası gelmiyor değil mi? Galiçya köylerinden birileri göç ettiğinde köylüler, "Bir ateş eksiliyor" derler. Ya bir kuş göç ettiğinde? "Bir çift kanat eksiliyor" mu derler acaba? Ya iki sevgili birbirinden ayrı yerlere göç ettiğinde? Arkalarından söylenenler yeryüzünün her tarafında herhalde şu tümceye yakındır: "Bir yangın eksiliyor!" (Sözün burasında sevgilileri kavuşturup, gerdeğe sokalım ve gülümseyerek, bıyık altından şu sözü edelim: "Bu gece deprem var!")

Sevgili Kırlangıç,

Uçan harfli bir "allahaısmarladık" olarak kağıda kondurduğum bu yazıya, kaçınılmaz olarak şiirler girmeye başladı. Bir gece Beyoğlu'nda, Sappho'da birbirimizin tüylerini sevgiyle tararken, bana istekle bakan gözlerinde kuyrukluyıldızlar görmüştüm. Sürülerle uçan kuşlar vardı yıldızların altında. Sahnede "Ben kuşlardan da küçüktüm / Bir gece vaktiydi" diye başlayan şarkılarını söylüyordu Ezginin Günlüğü. O gece, Düşler Sokağı'nın, Rumelihisarı'nın, Prens Adaları'nın, Beylerbeyi Sarayı'nın, Beykoz Korusu'nun, Galata Kulesi'nin, üzerinde uçmuş; Sultanahmet Meydanı'ndaki Yeşil Ev'in çatısına konmuştuk. Ayasofya'nın minarelerini aydınlatan ışık, martıları dua etmeye çağırıyordu. Böylesi güçlü ışıkları gören martıların, gündüz olduğunu sanıp sürekli kanat çırptıklarını ve yorgunluktan öldüklerini söylemiştin bana. Benim aklımda ise, hep o göçmen kuşlar vardı. Küçük bir çocukla birlikte gelmişlerdi, göçebe bir çocukla. Altı-yedi yaşlarında, Dersim isyanı sonrasında göçe zorlanan bir ailenin çocuğuyla. Annesi ölen, babası sonsuz yoksul düşen, üvey annesi kızkardeşlerini saçlarından kuyuya sarkıtan bir çocukla. Ölmeden önce yaptığı son konuşmayı dinleyenler arasında ben de vardım. Kadıköy'de bir kültür merkezinde Behçet Necatigil'i anma gününde konuşmuştu Cemal Süreya. Onun "Kehanet 1985" adlı şiirini okumuş muydum sana?
 
"Lokman şair senin hayatın
Yedi kırlangıcın hayatı kadar
Altısını ardı ardına yaşadın
Bir kırlangıcın daha var."

 
Bu şiiri hakkında şunları söylemişti "Üvercinka"nın şairi: "Üç yıl önce çok karamsardım. Kendime göre bir ömür uzunluğu biçmiştim. O şiir o'dur. Bunun için Lokman Hekim söylencesinden çıkış yaptım. Lokman Hekim'e uzun ömür verilmiş. Ve bunu kendisinin saptaması istenmişti. O da, çok yaşayan bir kuşun, kartalın yaşama süresini temel almış. Kartalın 80 yıl yaşadığı varsayılıyormuş o çağda. Lokman Hekim yedi kartalın hayatını ardı ardına yaşamış. 7 çarpı 80 eşittir 560. Beşyüzaltmış yıl yaşamış. Ben de kendime kırlangıcı seçmiştim. Yedi kırlangıcın hayatını ard arda yaşamalıydım. Biliyorsun kırlangıç dokuz yıl yaşar. Gerisini hesapla işte."

Cemal Süreya yaşam uzunluğunu hesaplamak için kırlangıcı seçmişti, ben de "yaş otuz beş / yolun yarısı eder" denilen yerde, yüreğimin kanatlarının gücünü ölçmek için seni seçtim, sevgili Kırlangıç. Beraber uçmaya karar verdiğimiz gün, doğum tarihlerimizi silmiş ve içimizdeki rüzgarın şarkısıyla havalanmıştık. Durup dinlendiğimiz anlardan birinde, tenlerimize olan tutkumuzu farkeden Jacques Prevert adlı, kuş hastası bir adam şu şiiri yazmıştı kuş yemi torbalarının üzerine:
 
"Işıkta iki kırlangıç
kapının üstünde ve yuvalarında ayakta durmuş
belli belirsiz baş oynatır
geceyi dinleyerekten
Ve gece bembeyazdır
Ve dünya kara ay
aylılarla dolup taşan ay
Bir kardanadamcağız
şaşkın
çalar bu ayın kapısını
Işıkları söndürünüz
iki aşık sevişiyor
Utkular alanında
Işıkları söndürünüz
yoksa herkes görecek onları
Öylesine yürüyordum
onlarla karşılaşmayayım mı
kız eteğini indirdi
erkek kapadı gözlerini
ama kızın üstünde kalan gözleri
ateşten iki taştı
Işıkta iki kırlangıç
kapının üstünde ve yuvalarında ayakta durmuş
belli belirsiz baş oynatır
geceyi dinleyerekten"

Sevgili Kırlangıç,

Bir kuyrukluyıldızın peşine düştüğümüz sırada, sisin içine girdik ve beklemediğimiz bir anda yitirdik birbirimizi. Gerçekten yitirdik mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü, gökyüzüne yakın ağaçlar, üzerlerine konan kuşları hiç unutmazlar. Ve uzadıkça ayrılık, daha çok özlerler onların şarkılarını.

Nerede uçarsan uç, sana yetişip kanatlarına tutunacak bir şiirle, yazımı anıların kiremitlerine kondurmak istiyorum. Yine bir Cemal Süreya şiiri elbette: "İki Kalp"

Sevgili Kırlangıç, kanatlarının altından öpüyorum.
"İki kalp arasındaki en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman Ancak parmak uçlarıyla değebilen İki kol. Merdivenlerin oraya koşuyorum, Beklemek gövde kazanması zamanın; Çok erken gelmişim seni bulamıyorum, Bir şeyin provası yapılıyor sanki. Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar Keşke yalnız bunun için sevseydim seni."
 


KUYRUKLUYILDIZIN PEŞİNDEKİ KIRLANGIÇ
Kaynakça
  • JACQUES PREVERT, "Seçme Şiirler", Türkçeleştirenler: Eray Canberk / Metin Cengiz, Yön Yayınları, 1993
  • TUNCAY ÖZIŞIK, TANSEL AK, MEVLANA BAŞAL, "En Parlak Kuyrukluyıldızı Çıplak Gözle Seyre Hazırlanıyoruz", Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, 16 Mart 1996
  • EDUARDO GALEANO, "Kucaklaşmanın Kitabı", Türkçeleştiren: Nihal Yeğinobalı, Can Yayınları, 1994
  • CEMAL SÜREYA, "Sıcak Nal", Dönemli Yayıncılık, 1988
  • CEMAL SÜREYA, "Güz Bitiği", Dönemli Yayıncılık, 1988
  • ENVER ERCAN, "Şair Çünkü Onlar", Hazırlayan: Enver Ercan, Kavram Yayınları, 1990
  • ALP AKOĞLU, "Kuyrukluyıldız Hyakutake, C/1996 B2", TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Nisan 1996, Sayı: 341
  • ALBERT CAMUS, "Düğün ve Yaz", Türkçeleştiren: Ramis Dara, Bayraktar Yayınevi, 1983
  • EDUARDO GALEANO, "Ateş Anıları 2: Yüzler ve Maskeler", Türkçeleştiren: Nihal Yeğinobalı, Can Yayınları, 1995
  • CEVAT ÇAPAN, "Sevda Yaratan", Adam Yayınları, 1994

Makale Detaylar

Gönderen: Serdar

Kategori: EdebiyatHikaye ve ÖykülerKuyrukluyıldızın Peşindeki Kırlangıç

Derecelendirme: %100

Yazar İletişim: Unknown

1 kişi yorum yapmış.

joey - 09.01.2006
çok güzel bir anlatım ifadesi

teşekkürler serdar



özellikle bu kısımlar çok hoşuma gitti



"Sen de benim yürek sistemime giren en ışıklı kuyrukluyıldızsın"



İnsanlığın nerelere geldiğini anlamanın en kolay yolu, evlerimizin kapılarına bakmaktır bence. Önceleri, itilince açılan küçük bir mandal vardı kapılarımızda; sonra uyduruk kilitler koyduk. Derken bilyalı kilitler yapıldı ve ikişer ikişer kapılara takıldı. Birisinin adına "emniyet kilidi" dendi, çünkü hiç kimse kendisini güven içinde görmüyordu artık. Sonra ahşabın yerini çelik malzeme aldı. Gitgide kabuklar kalınlaştırıldı, korku denizleri sevinç nehirlerini yaladı yuttu. Bireyselleştikçe ve yalnızlaştıkça, sevgiler de, sevgileri belirtme biçimlerimiz de değişti. Kanatlar yitirildi; küçük, loş odalarda uçmaya çalışıldı. Gökyüzü, yıldızlar ve bahçeler unutuldu. Ateşböcekleri de.



sana rastladığım zaman, yuvası çatlamış bir kuş olarak umarsızca bulutların arasına girip çıkıyordum.





Ve bahar yağmurları yağdıran bulutların

arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.

Dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.

Hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında

ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.

Kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.

Sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların

giderken aramıza bıraktıkları sessizlik.



gökyüzüne yakın ağaçlar, üzerlerine konan kuşları hiç unutmazlar. Ve uzadıkça ayrılık, daha çok özlerler onların şarkılarını.



Keşke yalnız bunun için sevseydim seni."



Sadece üyeler yorum yazabilir. Üye olmak için tıklayın.