Makale Başlığı: Felsefe nedir ne degildir?

Felsefe nedir ne degildir?

Yazar: Aksiyon • Eklenme Tarihi: 27.04.2005 • Görüntüleme: 7.022

Özet:
Türk insanı felsefeyi nasıl tanımlıyor? Çok konuşan kişiye neden “felsefe yapma” deriz de konu siyaset ve spor olduğu zaman hepimiz birer “filozof” kesiliriz? Neden felsefecilerle toplum aynı dili konuşmaz... Ve neden felsefe anlaşılmaz?

Kelimeler:
felsefe, köşe yazısı, felsefe nedir

Dünyanın bütün felsefecileri İstanbul’da buluştu ve felsefeyi konuştu. Peki Türk insanı felsefeyi nasıl tanımlıyor? Çok konuşan kişiye neden “felsefe yapma” deriz de konu siyaset ve spor olduğu zaman hepimiz birer “filozof” kesiliriz?

Neden felsefecilerle toplum aynı dili konuşmaz... Ve neden felsefe anlaşılmaz?

“Bizim antrenör oyunu okumayı bilmiyor. Daha ilk yarıda belliydi, rakip sol dıştan akınlarla etkili olmasına rağmen tedbir almadı. Hücumda da kanatlardan akın etmekte ısrar etti. Sol bek ileri çıkıp geri dönmekte zorlandı ve rakip forvet her topta kaleciyle karşı karşıya kaldı. Eğer ikinci yarıda Mehmet’i çıkarıp Hasan’ı alsaydı ve hücumda kanattan ortalarla gol arama düşüncesinden vazgeçip uzaktan şut ve kısa paslarla rakibin katı defansını aşmayı deneseydi bu maçı kesin alırdık. Sol dış koridor açıktı, sağ iç koridor.... Altı pas çizgisi... Ofsayt taktiği... Oyunu okuma yöntemi...” Bu muhabbet uzar gider; ama biz daha fazla uzatmayacak ve soruyu soracağız. Bunun adı felsefe midir? Acaba her hafta başı neredeyse bütün işyerleri ve kahvehanelerde en çok konuşulan bu tarz muhabbetler bir anlamda felsefe yapmak değil midir? Aşkın çeşitli milletlerce nasıl tanımlandığının anlatıldığı yerlerde Anadolu insanının aşkı “Seversin kavuşamazsın, aşk olur” şeklinde tanımladığı yazılır. Basit olduğu kadar anlamlı bir tanımlamadır aslında. Felsefe için de bu örnekten yola çıkıp “Konuşursun anlaşılmaz, felsefe olur” dersek abartmış olmayız. Çünkü çok konuşan ya da karşısındaki kişinin anlayamayacağı kelime ve cümleler kuran kişiye en çok söylenen iki söz vardır. Birincisi “Felsefe yapma”, ikincisi ise “edebiyat yapma”. Anlaşılmayan, somut bir gerçeği ifade etmeyen (ki felsefenin özünde vardır) sözler sarf eden muhatabımızın bir an önce sadede gelmesini teşvik için ya da tartıştığımız zaman rakibimizi köşeye sıkıştırmak maksadıyla kullanırız bu sözleri.

Geçtiğimiz hafta boyunca İstanbul’da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde sevmediğimiz, sıkıştığımız, kaçtığımız durumlarda kullandığımız “felsefe” bir hafta süresince dünyanın önde gelen bilim adamlarınca tartışıldı. Beş yılda bir yapılan ve ilk kez Müslüman bir ülkede gerçekleştirilen kongre öncekilere göre dünya meseleleriyle daha çok ilgili olmasına karşın felsefik tartışmalar kongreye damgasını vurdu. Konuşursun anlaşılmaz, felsefe olur sözü ise tam da bu kongreye uydu. Kongre dili arasında Türkçe yok. Türkiye’de toplanmasına karşın oturumlar Türkçe yapılmadı. Üstelik anında tercümeye de gerek görülmedi. Dünyanın önde gelen felsefecilerinin konuşması gerek medyanın, gerekse izleyicilerin yoğun ilgisine muhatap oldu; ama bunlarda da tercüme hataları ve diğer aksaklıklar nedeniyle izleyenler ne konuşulduğunu anlamakta hayli zorlandı. Kongrenin konsepti zaten halktan kopuktu ve halka felsefeyi sevdirmek gibi bir işlevi yoktu. Girişlerin ücretli olduğu, 1800 kişinin kayıt yaptırdığı kongrede birkaç oturum dışındakilere ilgi gösterilmedi. Üç Türk, iki Yunanlının katıldığı bir oturumda bile İngilizce konuşulması ve Türkçe çeviri yapılmaması nedeniyle salonun beşte biri bile dolmamıştı. Dünya Felsefe Kongresi’nin İstanbul’da yapılmasının, Müslüman bir ülkede yapılıyor olması nedeniyle anlamlı bir yönü vardı; ancak “İslâm, din” hiçbir oturumda konuşulmadı. Müslüman ülke vurgusu sadece görüntüyü kurtarmaktan öteye geçmedi. Oysa genelde din—felsefe, özellikle de İslâm—felsefe konusu en çok tartışılan meselelerden biri. İslâmın felsefeye bakışının iyi olmadığı yönünde yaygın bir kanı vardır. Tabiî bunun gerçekle ilgisi yok. Türkiye’de felsefenin geri kalmasında dinin etkisi olduğunu söyleyenlere rastlanıyor. Böylece Türkiye’nin felsefî anlamda gereken başarıyı yakalamamasının nedeni bulunmuş oluyor. Peki gerçekten öyle mi? İslâm felsefeyi reddediyor mu? Bunun cevabı evet olsaydı bugünkü Devlet Bakanı Mehmet Aydın ve Ahmet Arslan gibi isimlere rastlamak mümkün olmazdı. Oysa bu iki isim ve daha bir çok İslâm felsefecisi var ve mesleklerinde de başarılılar.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi ve felsefe alanında uzman isimlerden biri olan Prof. Dr. Ahmet İnam’a bu soruyu yönelttik. İnam, dinin felsefeye olumsuz etkisi olduğunu söyleyenlerin yanıldığını düşünüyor. Kendisinin dindar olmadığını; ancak dindar olan birçok felsefeci tanıdığını belirtiyor ve “Ben dinin felsefeye zarar değil yarar getirdiğini düşünüyorum. Çünkü hakikati arayan bir insan zaten düşünüyordur. Ateist ya da dinsiz olanlar da varlığa karşı büyük saygı duyar. Çünkü insana, kainata ve varolanlara saygısız bir insanın düşünmesi mümkün değil. Batıda da, bizde de hiçbir zaman din düşünmeyi, soruşturmayı engellemez. Bilakis manevi açıdan bir güç sağladığı için düşünmeyi daha da kolaylaştırır” diyor.

Felsefe halkın dilini konuşmuyor

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de felsefe, seçkinlerin uğraştıkları bir alan gibi algılanıyor. Bizde bu ayrım diğer ülkelere göre çok daha belirgin yaşanıyor. Üniversitelerde bilim adamlarının anladığı felsefeyle sokaktaki insanın anladığı felsefe aynı değil. Ziya Gökalp bu nedenle felsefeyi halk felsefesi ve akademik felsefe diye ikiye ayırmış. Bugün seçkinlerin uğraştıkları akademik felsefe ile halk felsefesinin aynı noktada buluşması için çalışanlar da var. Ahmet İnam bunlardan biri. İnam yazılı ve görsel medya ile birlikte sanal ortamda da felsefeyi sokağa yaymak için çalışıyor. Türkçe düşünmek ve Türkçe yazmaktan bahsediyor; Türk insanının yaşam tarzından, gelenek ve göreneklerinden evrensel görüşler üretmekten bahsediyor. İnam’a toplumun felsefeyi neden benimsemediğini soruyoruz. İşte cevabı: “Bu yalnız bizde olan bir özellik değil, Batıda da var. Kapitalist sistemde insanlar daha çok sonuç getirici düşünce ve sözlere itibar ediyor. Felsefe ise daha üst düzeyde kavramlara ilişkin çalışmalar yaptığı için halk soğuk bakıyor. Tarihi gelişimi içinde de zamanla felsefe seçkin veya entelektüel insanların elinde bir çeşit düşsel oyun veya zihni bir jimnastik haline geldi ve giderek gerçek yaşamdan koptu. 21. yüzyıldaki felsefe daha çok akademiktir ve bunu anlayabilmek için uzun bir eğitim süreci gerekir. Filozofun yerini artık p***iyatristler, sosyal hizmet uzmanları, danışmanlar aldı. Felsefe halkın anlam ve ruh dünyasıyla ilişkiye girmekten uzaklaştı.”

Son dönemde internette felsefe içerikli site ve grupların sayısında artış gözleniyor. Ancak bunların da çok etkin olduklarını söylemek oldukça zor. Kendisinin de bir grubu olan Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitim Bölümü öğretim üyesi Dr. Mustafa Günay’a sanal ortamdaki internet gruplarını sorduk. Aldığımız cevap yukarıdaki kanaatimizi destekler nitelikteydi: “Gruplar sayıca fazla ancak pek azı etkin bir felsefe iletimi gerçekleştiriyor. Ege felsefe, ODTÜ, Boğaziçi felsefe ve Çukurova felsefe öğrencilerinin grupları var. Bu grupların üye sayısı genelde 50—100 arasında değişiyor. Ancak hemen hepsinde etkin olan, yazı yazan, tartışmalar başlatan kişiler çok az. Çoğunluk izlemeyi tercih ediyor.” Günay’a göre toplumun felsefeye soğuk bakmasının nedeni insanların felsefî düşünceyle tanışmamış olmasından kaynaklanıyor; “Üniversiteye giriş sınavına hazırlanma kaygısıyla yüklü gençlerimiz, lise son sınıfta karşılaştıkları felsefe dersini ne kadar sevebilirler? İnsanlar bilmedikleri, tanımadıkları şeylerden çekinirler, korkarlar. ‘Felsefe yapma’ diye bizi uyaranlar olabilir. Ama felsefe çok konuşmak ve boş konuşmak değildir. Ayrıca her düşünce felsefe olmadığı gibi, anlaşılmaz biçimde karmaşık ve uzun cümlelerle konuşmak da felsefe yapmak anlamına gelmez. Elbette zor anlaşılır filozoflar ve felsefe metinleri vardır. Ama açık, anlaşılır bir dille de felsefe yapılabilir.”

“Filozof gibi adamsın”

Zaman zaman felsefeyle övündüğümüz durumlar da olmuyor değil. “Filozof gibi adam” sözü, içinde birazcık iğneleme barındırmakla birlikte saygı duyulan kişi anlamında da kullanılır. Bu sıfatı hak eden kişinin zararsız olduğundan şüphe duyulmaz. “Ben bu işin felsefesini yapıyorum” ya da “Bu işin felsefesini bilen kaç kişi var ki?” gibi cümlelerle işimizde uzman olduğumuzu iddia ederiz. Bu en yaygın şekliyle spor ve siyasette görülür. Okumuş—okumamış, kentli—köylü, aydın—cahil fark etmeksizin (tabiî ki istisnalar hariç) hemen hepimiz bu konularda kendimizi uzman görürüz. Teknik direktörden daha çok futbol bilir, başbakandan daha iyi ülke yönetiriz. Türkiye elimize geçse iki günde düzlüğe çıkarırız. ‘En iyi siyaset nasıl yapılır? En güzel futbol nasıl oynanır?’ sorularının cevapları hazırdır. Eleştiri söz konusu olduğunda da uzman sayılırız. Kim nasıl giyinmiş, kim görgüsüz, kimin ne kusuru var biliriz. Bunun için uzun araştırma ya da gözlem yapmamız da gerekmez. Bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu biliriz. Olayın perde arkasında yaşananları ve gerçekleri düşünmez, en iyi “eleştiri felsefesi”ni yapmak için yarışırız.

Felsefe nedir?

Peki konuştuklarımız, anlattıklarımız felsefe sayılıyor mu derseniz cevap Ahmet İnam’dan geliyor: “Hayır.” İnam; “Günlük yaşayış içinde insanların meselelere bakışı vardır. Herkesin bir konuda fikri olabilir; ama bu bir felsefe değildir. Felsefe bir hayat tarzıdır. Düşünmeye, hayata karşı takınılmış bir tavırdır. Dolayısıyla böyle bir tavır içinde olmak çok kolay ve yaygın değildir. Çünkü kendi başınıza düşüneceksiniz. Siyaset ve spor konusunda herkes bir şeyler söyler; ancak bunlar çoğunlukla ya taklittir, ya da birbirine benzer şeylerdir. Çok orijinal düşünülmez. Köşe yazarları, yorumcular orijinal düşünceler ortaya koymak isterler; fakat bunlar medyatiktir. Reklama, etki etmeye, kendini ortaya koymaya yöneliktir. Hakikat arayışının peşinde değildirler. Oysa felsefe bunu arar, insanların bağımsız bireyler olmasını ister” diyor.

İnternetteki “Felsefe defteri”nin öğretmeni Mustafa Günay’ın bakışı ise birazcık daha farklı. O herkesin felsefe yapabileceğini düşünüyor: “Türk toplumunun en çok hangi konuda felsefe yaptığını ve felsefeyi nasıl anladığını belirlemek biraz zor. Ama adını koymadan da olsa, felsefe kavramlarını kullanmasa da, aslında herkes felsefe yapar. Felsefe yapmayan insan yoktur. Nasıl ki şiir yazmayan insan yoksa, aynı şekilde hayatının bir döneminde felsefe soruları üstüne düşünmeyen insan yoktur. İnsan düşünen, sorgulayan bir varlıktır.”

Felsefeci vekil kongrede yok

Dünyanın felsefecileri İstanbul’da konuşuyor; ancak milletin vekili olarak Meclis’te bulunan felsefeci milletvekilleri buna itibar etmiyor. Şu anda Meclis’te iki felsefeci milletvekili bulunuyor. Biri Devlet Bakanı Mehmet Aydın, diğeri ise CHP Şanlıurfa Milletvekili Turan Tüysüz. Tüysüz’ü Urfa’da partisinin ilçe kongreleri için dolaşırken bulduk ve neden kongreye gitmediğini sorduk. “Çok istedim ama ilçe kongrelerim vardı, gidemedim” cevabını aldık. Acaba felsefeci olmanın getirdiği avantajlar nelerdi? Yani ülke meseleleri, toplumun sorunları gibi konularda felsefenin katkısı oluyor muydu? “Hiç artısı yok. Çünkü genel başkana, gruba ters düşüyorsunuz. Düşünmeye pek ihtiyacımız olmuyor herkes bizim yerimize düşünüyor. Herhalde felsefeci olmamdan dolayı bazı şeyleri kabullenemiyorum.” Mesleği felsefeci, işi halkın sorunlarını çözmek olan bir kişi olarak toplumun felsefeye bakışını nasıl yorumluyordu: “Halk ‘felsefe yapma’ derken sanırım felsefeyi yalan olarak algılıyor. Felsefe kongresi yapmakla dünyayı kazanmak mümkün değil. Felsefe toplumsal gerçekleri dile getirmenin aracı olmalı. Bizde sadece dinî motiflere karşı gelerek felsefe yapıyorlar. Platon’un devlet meselesini ya da Kant’ın Alman felsefesini bilmek felsefeyse ben felsefeci değilim. Felsefe tüm bilimlerin üstü olarak algılandığı için bizdeki hocalar da öyle görüyor ve elit olmalıyım, eliti anlatmalıyım diyorlar. Toplum içinde anlatılmayan şeyin değeri olmaz.” Ya siyasetin felsefesi? Toplumun en çok bildiği bu konuda Turan Tüysüz’ün fikri neydi? “Uygulamaya geçirilmeyen şeyin değeri yok. Politikada da bu böyle. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan halkın içine girip halk diliyle konuşarak yeni bir felsefe geliştirdi. Bana göre en iyi felsefe bu. CHP niye bu başarıyı elde edemedi? Çünkü siyaset felsefesinin gereklerini yeterince yerine getiremiyor ve halka inemiyoruz.”

Kongre değil panayır

Konferansa ilgi göstermeyenler sadece milletvekilleri değil. Prof. Dr. Ahmet İnam da panayıra benzettiği kongreye katılmayanlardan. Nedeni ise İnam’ın 15—20 kişilik gruplarla yapılan toplantıların daha faydalı olduğunu düşünmesi; “Kalabalık yerlerde söylenenlerin boşa gitmesi ihtimali çok oluyor. Hiç olmamasından iyidir; ama felsefenin gelişmesi hep böyle faaliyetlerle mümkün olur düşüncesi yanlıştır. Çünkü en sonunda insan kendi yalnızlığı içinde düşünen bir varlıktır. Kendi başına tefekkür eden bir insan gidip kendisi gibi tefekkür edenlerle toplanırsa bir manası olur, öbür türlüsü panayırdır. Panayırda da herkes kendi malını satmaya çalışır.”

Biz de haberimizi satmaya çalıştık. Bu kadar yazıdan sonra hâlâ ne anlatılıyor diye soran olursa bir sorumuz da onlar için var. “Yazı nedir? Haber nedir?” Felsefî olmasa da felsefeyle ilgili bir haber bu. Ek***ler ve yanlışlar varsa Anadolu insanının zeka dolu sözleriyle kendimizi savunmak isteriz.”Okursunuz anlamazsınız, felsefe olur.”