Makale Başlığı: Şarap

Şarap

Yazar: Doris Lessing / Sevme Alışkanlığı, Mitos Yay., Ekim 1990 • Eklenme Tarihi: 15.02.2005 • Görüntüleme: 3.996

Özet:
Bir adam ve bir kadın, yan sokaktaki küçük bir otelden bulvara doğruyürüdüler.

Kelimeler:
Şarap, Doris Lessing, edebiyat, öykü ve hikaye, edebiyat öyküleri, edebiyat hikayeleri,

ŞARAP
Doris Lessing

Bir adam ve bir kadın, yan sokaktaki küçük bir otelden bulvara doğru yürüdüler.

Ağaçlar hala yapraksız, siyah soğuktular; ama ince dallar bahara doğru uzanıyorlardı, öylü yukarı, ilk yeşil parıltıların beklentisiyle bakıyordu insan. Yine de herşey sakindi ve gök sakin, klasik bir mavi.

Çift yavaş yavaş yürüdü. Günlerin tembelliğinden sonra güç harcamak olanaksız gibiydi ve neredeyse aynı anda dönüp bir kafeye gidriler ve tükenmişler gibi, yola doğru uzanmış olan camekanlı yere kendilerini attılar.

Kafe boştu. İnsanlar öğle yemeği için lokantalara gitmişlerdi. Ama hepsi değil; o sabah kalabalık bir gösteri yapılmıştı, bir kafile daha henüz geçmişti, dağılmakta olan kafile ucu hala görünüyordu. Şiddetli sesler, bağrılan sloganlar ve şarkılar, artık Paris trafiğinin boğuk sesini bastırmıyordu; ama çifti uyandıran bu seslerdi. Bir garson, kalabalığın arkasından bakarak kapıya yaslanmış duruyordu, kahve siparişini isteksizce aldı.

Adam esnedi, esneme kadına da sıçradı ve yapmacık bir suçlulukla güldüler ve gözleri, pek de üzülmeyerek, birbirlerinden ayrılana dek birbirlerini baktılar. Kahce geldiğinde, ikisi de dokunmadı. İkisi de konuşmadı. Bir süre sonra kadın tekrar esnedi,, bu sefer adam ona dönüp eleştirircesine baktı, kadın da bu bakışa yanıt verdi. İstekleri uykuda, birbirlerine baktılar. Bu sürdü: onları birbirine iten şey uyuduğu için, birbirlerinin hüzünlü ironisini kabul ediyorlardı; birbirlerine yanılsamalar olmadan, doğrudan bakabiliyorlardı.

Sonra kaçınılmaz olarak kadının içindeki hüzün derinleşiverdi, ta ki; adama da o acımasızlık titreşimi geldi.

"Burnuna pudra sürmelisin," dedi adam.
"Sen iyi bir sopa istiyorsun oğlum."

Ama adam her zaman hüzünlenmeyi reddediyordu. Kadın omuzlarını silkti ve bunu adama bırakarak etrafa bakmak için döndü. Adam da döndü. Bulvarın öteki ucunda belli belirsiz bir karışıklık vardı, kımıldanan karıncalar gibi.
Adamın: "Evet, hala devam ediyor..." diye mırıldandığını duydu.

Kadın, dalga geçerek: "Hiçbir şey değişmiyor, herşey her zaman aynı..." dedi.

Ama adam heyecanlanmıştı. "Hatırlıyorum da" diye başladı değişik bir sesle. Durdu, kadın da onu zorlamadı, çünkü adam uzaktaki göstericilere acılı bir nostaljik yüzle bakıyordu.

Dışarıda, sevgililer, evli çiftler, öğrenciler, yaşlı insanlar geziniyordu. Çıplak ağaçlar, mavi sakin gökyüzü oradaydı. Bir aya kadar ağaçlar yemyeşil olacak, güneş sıcaklığını boşaltacak, insanlar esmer, neşeli, kolları bacakları çıplak olacaktı. "Hayır, hayır," dedi kadın kendi kendine bu devinim görüntüsü için. Durağan hüzün daha iyi. Ve, bir anda, boğazını yakalayan mutsuzluk fışkırdı içinde, on beş yıl önceye, başka bir ülkeye geri döndü. Parlayan tropik ay ışığında durmuş, kollarını, ona sessizlikten başka hiçbir şey sunmayan bir manzaraya uzatıyor ve sonra küçük taşların ayak altında keskin keskin parıldadığı bir patikadan, en sonunda parlayan bir çimliğe düşene kadar, koşuyordu. On beş yıl.

İşte o dakika adam birden dönüp garsonu çağırdı ve şarap istedi.

"Ne" dedi kadın takılarak, "bu saatte mi?"
"Neden olmasın?"

O an için adamı tümüyle ve bir anne gibi sevdi, ama bu sahte duyguyu bastırıp onun yerinde duramadan şarabı bekleyişini, şarabı döküşünü ve bardakları hala ağzına kadar dolu olan kahve fincanlarının yanına koyuşunu seyretti. Ama yeniden o geceyi hatırlıyordu, ayışığından çılgına dönmüş, deli gibi ağaçların arasında şeye duyduğu istekle - ama neye, sorun da buydu zaten.
Paylaşılmaz bir istekle koşan kızı kıskanarak.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu adam, hala biraz acımasızca.
"Amaan" diye alayla karşı koydu kadın.
"Sorun bu işte, sorun bu." Bardağını kaldırdı, kadına baktı, tekrar masaya koydu. "İçmek istemiyor musun?"
"Daha değil."

Adam bardağı bıraktı ve sigara içmeye başladı. 
Bu dakikalar herhangi bir jest talep ediyorlardı, hafif hatta rasgele, ama yine de bu iki insanın birbirlerinden ayrılıklarını kendi içlerinde belirten bir jest. Birisi, belki de, yorgun bir sevecenlikle gözleyen, hep gözleyen ve hiç kapanmayan yumuşak bakışlı bir göz olarak görülebilirdi; diğeri de istek ve hareketsizlik, yaratma ve başarı dairesinde boğuşan bir şiddet biçimi.

Adam onu kadına verdi. Adam dönüp, parmaklarını rahatsızca masaya vurmaya başlamadan önce, gözleri tekrar o ciddi ironide birleşti: kadın da, özsuyu sızan kara dallara bakmak için, arkasını döndü.

"Hatırlıyorum da," diye başladı adam ve kadın tekrar karşı çıktı,
"Amaan!"

Adam kendini toparladı. "Sevgilim" dedi kuru bir sesle, "Sen benim şimdiye kadar sevdiğim tek kadınsın." Güldüler.

"Bu caddeydi galiba. Belki de bu kafe, öyle değişmişler ki... Dün her yaz geldiğim yeri görmeye gittiğimde, bir pastahaneye dönüşmüştü, kadın beni unutmuştu. Bayağı kalabalıktı, hep birlikte dolaşıyorduk, bir kızla tanıştım, sanırım ilk defaydı. Birileriyle tanışılacak belli yerler vardı, Viyana ya da Prag ya da başka yerlerden gelen insanlar oraları bilirlerdi -bu kafe olamaz, tabii burayı allayıp pullamamışlarsa, bütün bu deri ve kronlara verecek paramız yoktu."

"Evet, devam et."

"Nedense, onu hala hatırlıyorum. Onu senelerdir düşünmemiştim. Sanırım on altı yaşlarındaydı. Çok güzeldi, hayır, yanlış düşünüyorsun. Birlikte ders çalışırdık. Kitaplarını benim odama getirirdi. Onu severdim, ama başka kız arkadaşım vardı, sadece o başka bir bölümde okuyordu, ne olduğunu unuttum."
Adam tekrar durdu ve yüzü nostaljiye karıştı, kadın da isteksizce omzunun üzerinden yola baktı. Kafile tümüyle gözden kaybolmuştu, bağırış ve şarkı sesleri bile duyulmuyordu.

"Onu hatırlıyorum çünkü..." Ve, dalgın bir sessizlikten sonra: "Belki de gelip çırılçıplak kendisini sunan bakirenin kaderi her zaman reddedilmektir" dedi.

"Ne!" diye bağırdı kadın sıçrayarak. Aynı zamanda öfke uyanmıştı içinde. Bunun farkına vardı, iç geçirdi. "Devam et."

"Onunla hiç sevişmedim. Bütün yaz birlikte ders çalıştık. Sonra, bir hafta sonu, hepimiz çete halinde dışarı çıktık. Tabii hiç birimizde para yoktu, kaldırımlarda durup yardım dilenirdik, sonra başka bir kasabada yine buluşurduk. Kendi kız arkadaşımla birlikteydim, ama o gece, ahırını uyumak için kullanmamız karşılığında, bir çiftçinin meyva toplamasına yardım ediyorduk; birden şu kızı, Marie'yi yanımda buldum. Ayışığı vardı, güzel bir geceydi, hepimiz şarkı söylüyor ve sevişiyorduk. Onu öptüm, ama hepsi bu kadar. O gece yanıma geldi. Tavan arasında bir çocukla birlikte yatıyordum.
Çocuk uyumuştu. Marie'yi diğerlerinin yanına geri yolladım. Aşağıda hepsi birlikte samanların üzerinde yatıyorlardı. Ona çok genç olduğunu söyledim. Ama kız arkadaşımdan daha küçük değildi." Durdu; yüzü onca sene sonra bile kederli ve kararsızdı. "Bilmiyorum" dedi. "Onu neden geri gönderdiğimi bilmiyorum." Sonra güldü. "Sorun çıkaracağı için değil sanırım."

"Utanmaz herif!" dedi kadın, kızgınlığı şimdi daha güçlüydü. "Onu öptün, değil mi?"

Adam omuzlarını silkti. "Ama hepimiz aptalı oynuyorduk. Bir zafer gecesiydi, elmalar toplanıyor, çiftçi çalışmaktan çok seviştiğimiz ve şarkı söyleyip şarap içtiğimiz için bize bağırıp küfrediyordu. Sonra o zamandı: gençlik hareketi zamanı. Sadakat, kıskançlık ve bütün o tür şeyleri burjuva ahlakının kalıntıları olarak görüyorduk." Tekrar güldü, biraz acılıydı. "Onu öptüm. Orada, yanımdaydı ve o hafta sonu kız arkadaşımla birlikte olduğumu biliyordu."

Onu öptün" dedi kadın suçlayarak.

Adam kadına bakıp sırıtarak, şarap kadehinin sapını tuttu. "Evet, sevgilim," dedi şarkı söylercesine. "Onu öptüm."

Kadın küplere bindi. "Sevmeye hazır bir kız var. Çalışmak için onu kullanıyorsun. Sonra öpüyorsun. Sen de biliyorsun ki..."

"Neyi biliyorum?"
"Bu yaptığın acımasız bir şey."
"Ben de çocuktum..."

"Farketmez." Kadın, rahatsızlıkla ağlamak üzere olduğunun farkına vardı. "Onunla çalıştın ha. Bütün bir yaz, on altı yaşında bir kızla çalıştın."

"Ama hepimiz çok ciddi çalışıyorduk. O doktor oldu, Viyana'da. Naziler geldiğinde kaçmayı başardı, ama..."

Kadın sabırsızca: "Sen de tutup o gece öptün onu. Kızın halini düşünsene, herkes uyuyana kadar bekliyor, sonra öteki adamın uyanacağından korkarak çatıya çıkan merdiveni tırmanıyor, sonra seni uyurken seyrediyor, yavaşça elbiselerini çıkarıyor ve..." dedi.

"A, uyumuyordum. Uyuyormuş gibi davranıyordum. Yukarı geldiğinde giyinikti. Şort ve süeter -bizim kızlarımız elbise giymez ve ruj sürmezlerdi-burjuva ahlakı. Onu soyunurken seyrettim. Çatı ayışığı doluydu. Elini ağzımın üzerine kapatıp yanıma yattı." Tekrar, yüzü pişmanlık yüklü bir şaşkınlıkla dolmuştu. "Tanrı bilir ya bunu kendim bile anlayamıyorum. Güzel bir yaratıktı.
Neden hatırladığımı bilmiyorum. Son bir kaç gündür aklıma takılıyor." Bir süre sonra, yavaşça şarap kadehini çevirerek: "Bir çok şeyde başarısızlığıa uğradım ama..." Hızla kadının elini kladırdı, öptü ve içtenlikle: "bunu neden şimdi hatırladığımı bilemiyorum, tam..." dedi. Gözleri karşılaştı, iç geçirdiler.

Kadın, eli adamın avucunda, yavaş yavaş: "Ve onu geri çevirdin," dedi.

Adam güldü. "Ertesi sabah benimle konuşmadı. En yakın arkadaşımla ilişkiye girdi -şans eseri, o gece çatı arasında benimle yatan adamla.
Küstahlığımdan nefret ediyordu ve sanırım haklıydı."

"Onu düşün. Onu o anda düşün. Giysilerini topluyor, sana bakmaya cesaret edemeden..."

"Aslında çılgına dönmüştü. Düşünebildiği bütün küfürleri sayıp döküyordu, ona susmasını, herkesi uyandıracağını söyleyip durmuştum."

"Merdivenden aşağı indi, tekrar giyindi, karanlıkta. Sonra ahırdan dışarı çıktı, diğerlerinin yanına dönemedi. Elma bahçeleri sessiz ve terkedilmişti, nasıl şarkı söylediğinizi, güldüğünüzü, seviştiğinizi hatırladı. Senin onu öpmüş olduğun ağaca gitti. Ay elmaların üzerinde parlıyordu. Bunu hiç unutmayacak, hiç, hiç!"

Adam kadına merakla baktı. Gözyaşları yüzünden aşağı boşalıyordu.

"Korkunç" dedi kadın. "Korkunç. Bunu hiçbir şey bağışlatamaz ona. 
Yaşamı boyunca, hiçbir şey. Yaşamı boyunca, tam herşey mükemmel olduğunda, birden o geceyi hatırlayacak, tek başına duruşunu, etrafta hiç kimsenin olmayışını, millerce uzanan kahrolası boş ayışığını..."

Adam kadına zekice baktı. Sonra, bir çeşit alayla, karşı çıkan yüz kırıştırmasıyla, kadına uzanıp öptü ve "Sevgilim, bu benim suçum değil, bu benim suçum değil." dedi.

"Hayır" dedi kadın.

Şarap kadehini kadının eline verdi, kadın onu kaldırdı, ısınan sıvıdan küçük kırmızı küreciğe baktı ve adamla birlikte içti.

---

Sevme Alışkanlığı, Mitos Yay., Ekim 1990