Makale Başlığı: Akademinin 120. Yılı

Akademinin 120. Yılı

Yazar: Prof. Devrim Erbil / 03/03/2003 İstanbul • Eklenme Tarihi: 20.01.2005 • Görüntüleme: 5.097

Özet:
(3 Mart 2003) Akademi’nin 120. kuruluş yıldönümü kutlanıyor. 49 yıllık Akademili olmakla gurur duyuyorum. Akademi`de asistan olduğumdan bu yana da tam 40 yıl geçti.

Kelimeler:
akademi, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Eyüboğlu, Ara Güler, Aliye Berger, Füreya Koral, Metin Eloğlu, Nedim Günsur

Bugün (3 Mart 2003) Akademi’nin 120. kuruluş yıldönümü kutlanıyor. 49 yıllık Akademili olmakla gurur duyuyorum. Akademi'de asistan olduğumdan bu yana da tam 40 yıl geçti. Buna bir de Akademi öğrencilik yılları eklenirse yarım yüzyıllık bir kişisiyim bu kurumun: Türk sanatının büyük değerlerini yetiştiren, bünyesinde toplayan, ülkenin her yanına dağılan - hatta dünyanın- eser veren, yazan, çizen, tartışan, eğiten ve yaratan. İsimleri saymakla bitmeyecek; herbiri karanlık gecelerde gökyüzünden bize ışıklarını yansıtan yıldızlar gibi. Kültürümüzün temel direkleri. Onların en sonuncusu bu hafta aramızdan ayrıldı; Neşet Günal. İçimizdeki en taze acı. O'nun Paris'ten dönüp Akademi'de asistan olarak göreve başladığı günler benim de Akademi öğrencilik günlerimin başlangıcıydı. Neşet Günal’da ayrımsız insan sevgisini gördüm. O'ndan işine inançla bağlanmayı öğrendim. Galeride hocam Halil Dikmen'di. Ne kadar kültürlü ve zarif bir insandı. Öğrencileriyle öylesine içten ilgilenir, değer verirdi. Doyamazdık onu dinlemeye. O'nunla konuştukça özgüvenimiz oluşur; kendimizi adamdan saymaya başlardık. O'ndan özverinin ne olduğunu oğrendim.

Ahmet Kutsi Tecer estetik hocamızdı. Estetik hocaları sanki Akademi'nin özel bir şansıydı. Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar daha önceleri estetik dersi vermişler bu okulda. Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'ndeki öğrencilik günlerimde, hoca ile atölyeye geldiğinde tanımıştım Ahmet Hamdi Tanpınar'ı. Hocanın Salıpazarı'ndaki evinde ve Narmanlı Yurdu'ndaki atölyesinde de pek çok ünlü kişiyi tanıdım: Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Eyüboğlu, Ara Güler, Aliye Berger, Füreya Koral, Metin Eloğlu, Nedim Günsur ve doğal olarak Eren Eyüboğlu'nu ve saymakla bitmeyecek pek çok ünlü ve degerli ismi.

Ahmet Kutsi Tecer'den güzel konuşmasını öğrendim. Bir de estetik duygusunun yalnız sanatın bir unsuru olarak kalmasını değil, yaşamın bütünü içine yayılması gereğini. Sonraları bu dersi veren İsmail Tunalı'dan - dostluğumuzun sıcaklığı içinde - sanatta dünya görüşünün, dünyaya bakış açısının - kısacası felsefenin - yaratıcılıkla olan bağlantısını öğrendim.

Akademi'de sanatçı kimliğinin oluştuğu yer sanat atölyeleridir. Atölye hocam Bedri Rahmi'den çok şey öğrendim; usta-çırak ilişkisini, imeceyi, usta sevgisini; doğa tutkusunu, coşkuyu, şiiri, güzele düşkünlüğü, sıradana karşı olmayı, halk sanatına bakmayı, minyatürü, mozaiği, zenci heykellerini sevmeyi, bildiğini doğru bilmeyi, sanatın yaşamdan ve geleneksel değerlerden kopmaması gereğini. Karadutu, çatalkarayı.

Çallı'yı bu kadar yakın tanıyamadım ama ondan da sanatcı için zeka ve nüktenin yaratıcılığın bir parçası olduğunu öğrendim. Hikmet Onat'ı epey ilerlemiş yaşlarında tanıdım. 90'lı yaşlarında bile tuvalini, sehpasını sırtlayıp Boğaz sırtlarında resim yapmaya giderdi. Hikmet Onat'ın kişiliğinde çok ileri yaşlarda bile çocukca bir sevinçle resim yapılabileceğini gördüm.

Nurullah Berk seçkin, kültürlü ve aydın bir sanatçı kimliği taşıyordu. Eğitimciliğinin yanı sıra müzeciydi, yazardı, çevirmendi, eleştirmendi, sergi komiseriydi, konferanslar verirdi. Hep belli bir mesafede dururdu ama kendini sanata adamış yönü insanı etkilerdi. O'ndan daha bir süre sanatçının tuvaliyle başbaşa kalamayacagını, çok yönlü bir kimlik taşımaya zorunlu olduğunu öğrendim. Çünkü ülkesini ve ülkesinin insanını seven bir sanatçının bencil olma lüksü yoktu.

Bedri Rahmi, Cemal Tollu ve Cevat Dereli'nin asistanlığını yaptım. Bizler Akademi'nin ilk asistanlarıydık. Adnan Çoker, Özdemir Altan ve ben. Dinçer Erimez benden daha sonra asistan oldu. Üç hocaya bir asistan düşüyordu.

Cevat Dereli çok duyarlı ve sezgi gücü yüksek bir kişiydi; insancıldı, O'ndan insanları incitmemeyi öğrendim. Cemal Tollu'dan işini ciddiye almayı, Sabri Berkel'den de titizliği ve şıklığı. Ve de sanata büyük bir aşkla bağlanmayı, sanatı herşeyden önde tutmayı. Zeki Faik İzer'den araştırıcı ve yenilikçi olmanın yaşı olmayacağını. Fethi Kayaalp'ten gravürü; araç-gereç bilgisinin, malzemenin kısacası teknolojinin ne denli önemli olduğunu öğrendim. Ali Celebi'den alçakgönüllü olmayı öğrendim.

Zühtü Muridoğlu’yla içten ve açık olmanın erdemini yaşadım. Çağdaş sanatçının yalnız kendi işiyle değil diğer sanat dallarıyla ilgilenme boyutunu onda gördüm. Hadi Bara konuşmalarında sert ve otoriter görünürdü. O'ndan da sanattan ödün verilmeyeceğini oğrendim. Sadi Çalık'ta yaratıcı zekanın çocuksu bir coşku ile bütünleştiğini gördüm.

Ercüment Kalmık örnek bir insandı. O'nu tanıyıp, konuşmasını dinleyip hayran olmamak olanaksızdı. O'nda iyi insan iyi sanatçı bütünleşmesini izledim. Ayrıca sanatçıların örgütlenmesi ve kültürün yaygınlaştırılması gereğini onun yanında öğrendim. Bu amaç; için O'nun izinde ve O'nunla birlikte çalıştık. Sevgi, saygı ve güvenin ne anlama geldiğini O'nunla yaşadım.

Rıfkı Melül Meriç'te zoru başarmayı, Kerim Silivrili'de yöneticiliğin sevecen yüzünü, Hüseyin Gezer'de disiplini, Orhan Şahinler, Muhlis Türkmen ve Hamdi Şensoy'da mimarlık ve sanat işbirliğini, Emin Barın'da yakınlığı, İsmet Vildan Alptekin'de sözünün eri olmayı, Bülent Özer'de üstün bilgi, birikim ve kültürün zekayla bütünleşen yorumlama gücünü gördüm. Sezer Tansuğ'da kültür mirasımızın değerini ve bu birikimin çağdaş yaratılara kaynak olabileceği uyarısına tanık oldum.

Sanat atölyeleri demokratik bir ortamdır. Bu kuruma özgü bir eğitim biçimidir. Akademi'de öğrenci, atölye hocasını kendi seçer; istediği zaman değiştirebilir. Eskiden her atolyenin bir hocası vardı, şimdi ise her atölyede üç-dört hoca var. Eğitim bir takım ruhuyla sürüyor. Atölye hocasının birleştirici özelliği o atölyenin öncekileri ve sonrakileri arasında ortak bir bağ oluşturur. Bedri Rahmi Atölyesi'nde benden önce eğitim görenlerden de çok şey öğrendim. Örneğin Orhan Peker'i tanımak gerçek bir sanatçıyı ve onun yaşam biçimini tanımak demekti. Bir de aşkın sanatı yönlendirme gücünü.

Turan Erol'da dostluğu ağabey-kardeş ilişkisinin sıcaklığını, içtenliği, alınganlığı, degerli bir sanatçı ile beraber olmanın, konuşup, tartışıp, dertleşip huzura ermenin güzelliğini yaşadım. Sanat eğitiminin belki de en güzel yanlarından biri de atölyede başlayan dostluklar, sevgiler ve aşklardır.

Akademi'nin son elli yıllık geçmişinin canlı ve yaşanmış tarihi olduğumu düşünüyorum. Neler öğrendiğimi kısaca anımsamak bile kimleri hatırlattı. Bir de olaylar var. Eğitimin geçirdiği süreç, ülkenin geçirdiği süreç, değişen dünya, değişen sanat, kavramlar, yaratıcılığın yeni boyutları. Kendimi çok şanslı sayıyorum. Dünyanın en güzel coğrafyasında ülkenin yetiştirdiği sanat ve düşün insanları ile beraber olmak, onlardan çok şey öğrenmek ve bu birikimi kırk yıl boyunca öğrencilerime aktarabilmek. Üstelik özgür bir ortamda, kişisel eğilimleri doğrultusunda çağdaşlığı, yeniliği, özgünlüğü göz ardı etmeyen, yaratıcı, akademik sağlam temeller üzerinde biçimlenen ama kuralcı, katı, tutucu olmayan kendini tanıyan, kültür mirasını bilinçle değerlendiren, ülke ve dünya sorunlarına duyarlı, insancıl; hoşgörülü, coşkulu ve sevecen bir eğitim. Bunu gerçekleştirmeye çalıştım atölyemde. Öğrencilerime iyi sanatçı olma yollarını göstermenin inancını aşılamaya çaba gösterdim. Onlara sanatın bencil duygu alanı olmadığını, sanatın yaygınlaşma, yaşamla bütünleşme halkla bütünleşme savaşında yerlerini almaları bilincine ulaştırdığımı sanıyorum.

Yıllar yine çok çabuk geçecek. Eğitim her yıl gençleşerek sürecek. Yeni kuşaklar Akademi koridorlarında geçmiş ustaların ayak seslerini duyarak yeni ustalar olmanın çabasını gösterecekler.

Akademi nice yüzyıllara ulaşsın dileğiyle...