Makaleler Makale ve Araştırmalar Köşe Yazıları Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı
Makale Başlığı: Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı

Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı

Yazar: Osman Çakmakçı • Eklenme Tarihi: 07.02.2014 • Görüntüleme: 4.154

Özet:
2000’li yıllarda yeraltı edebiyatının Türkiye’deki konumuna baktığımızda neredeyse koskocaman bir hiçlik görüyoruz. Süreyya Evren, Altay Öktem gibi birkaç yazar bu çerçevede eserler veriyorlar ama genele bakınca çabalar çok cılız kalıyor. Halbuki dünyada güçlü bir geleneğe sahip olan yeraltı edebiyatının ülkemizde de bır patlama yapması için bütün sosyal, kültürel koşullar son derece uygun

Kelimeler:
edebiyat, yeraltı, underground, Ola Bauer, Chuck Palahniuk, Philippe Dijan, Jean Genet, Octave Mirbeau, Georges Bataille

Ayrıntı Yayınları yaklaşık üç yıldır Yeraltı Edebiyatı Dizisi yayımlıyor ve bu dizide kendi yayın programları ve yaklaşımları doğrultusunda dünyanın yeraltı edebiyatını temsil ettiklerine inandıkları kitapları basıyorlar. Bu dizide şimdiye kadar Ola Bauer, Chuck Palahniuk ("Dövüş Kulübü" adlı romanı sinemaya da başarılı bir şekilde uyarlanmıştı), Philippe Dijan, Jean Genet, Octave Mirbeau ve en son olarak da Georges Bataille'ın aralarında bulunduğu yazarları yayımladılar. Dizi, 22 kitaba ulaştı. Ben bu dizinin en son çıkan iki kitabı Octave Mirbeau'nun "Oda Hizmetçisinin Günlüğü" ile Georges Bataille'ın "Annem" adlı kitaplarını bir solukta okuyup bitirdim. Bu dizinin kitaplarında ne buluyorum ki, böylesine heyecanla bu kitapları okuyup sindirmeye çalışıyorum. Ayrıntı Yayınları, yiğidi öldür hakkını yeme demişler ya, bu diziyle bizi yeni yazarlar ve bu yazarların 'tuhaf, cüretkâr' dünyalanyla tanıştırmakla kalmıyor edebiyatımıza da büyük bir katkıda bulunuyor. Ülkemiz edebiyatını ve yazarlarını edebiyatın 'yeraltındaki' damarlarıyla buluşturuyor. Bunun ne gibi, nasıl bir önemi var, buna değinelim.
Birincisi, ilk ağızdan şu soruyu soralım: Yeraltı edebiyatı nasıl bir edebiyattır, önemi nerede yatıyor, yeraltındakiler nasıl olup da yerin yüzeyine sızıyorlar, yerin yüzeyine sızıyorlar da ne oluyor? Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, yeraltı edebiyatı ana akım (mainstream) edebiyatın ve sanatın 'çok' güçlü ve yerleşik olduğu, çok satanların edebiyat ortamı üzerinde egemenlik kurduğu, kendi popüler temalarının ve üsluplarının edebiyat ortamını istila ettiği ortamlarda 'zorunluluktan' fışkıran bir edebiyat. Kelimenin tam anlamıyla, pınarların yerden fışkırması gibi, yeraltı edebiyatı da popüler edebiyatın fay hatlarını kırarak yeraltından yüzeye fışkırır. Edebiyata kendi ayrıksı temalarını, yan gözle bakılan üsluplarını, ki bu edebiyatın üslubu sert ve haşin bir eleştirellik barındırır, insan varoluşunun ve aynı zamanda varoluşun derinlerde kalan esrarengiz yanlarını ve sırlarını, neredeyse saldırgan bir tavırla aşılarlar.

Edebiyatın kılcal damarları

Yeraltı edebiyatı, edebiyatın kılcal damarlrıdır. Popüler edebiyatın el atmaktan çekindiği, uzak durduğu ayrıksı konulara kucak açar, mesela cinselliğe, mesela insan psikolojisinin gizli kapaklı yanlarına, mesela inanca, mesela genel geçer ahlaki kabullere, sorgulanmadan kabul edilen etik ve estetik değerlere, mesela hayatın karanlık derinliklerine döner yüzünü ve bunlara kafa tutar. Buralarda gezinip dolaşır, edebiyatı buralarda arar. Tedirgin edici mecralarda dolanır. Popüler, ana akım edebiyatın sığ sularında oyalanmaktansa, neredeyse korkutucu ve irkiltici bir eleştırellıkle 'uçlara' doğru ilerler. Yeraltı edebiyatı, hayatın ve gerçekliğin öylesine bakan gözlerine, gizli kalmış bölgelerini sızdırır. Verili gerçeklikte gedikler açar ve insanın gerçekliği kavrama yetisini geliştirir.
Örneğin Georges Bataille, bu dizinin son çalışması olan "Annem" adlı kitabında yer alan iki kısa roman ve üç öyküde, cinselliğin hazzıyla inancın hazzı arasında ırkiltici bir koşutluk kuruyor ve akla hayale sıgmayacak aşırılıkta oynatıyor kalemini. Aslen zihnin bir sapması olan yeraltı edebiyatı, Bataille'ın bu kitabında aynı zamanda ruhun da bir sapması olarak kendini gösteriyor. Dehşetli sert bir yaklaşımla dine dikleniş, Tanrı'yı sorgulayış, varoluşun o ilk var olduğu an'a dönme ve onu ifade etme çabası, bütün bunlar Bataille'ın kitabının çatısını oluşturuyor. İnsan ürpermeden okuyamıyor kitabı. Ama daha önce de belirttiğimız gibi kılcal damarlara benzetebileceğimiz bu edebiyat aracılığıyla bizi yepyeni, gizli dünyalarla buluşturup tanıştırıyor. İnsanın kapasitesini zorluyor ve insanın kendi varoluşunda ve bu varoluşun 'süreklilik ve kesintisizliğinde' yarıklar açıyor.

Yeraltı edebiyatının miladı

Yer altı edebiyatının kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıktığını ileri sürmek yanlış olmaz. Her ne kadar tarihin eski dönemlerinde Thomas De Quincey, William Blake gibi hem istisnai hem rastlantısal sayılabilecek ve yeraltının sesleri olarak nitelenebilecek yazarlar varsa da bu edebıyatın ortaya çıkış tarihinin en çok 19. yy.'ın ortalarına kadar geri götürülebileceğini söyleyebiliriz. 20. yy.'ın başında, kapitalizmin güç ve iktidar kazanmaya başlamasıyla, kapitalist dünya görüşünün, yaşam biçiminin ve ahlakının egemen olmasıyla ve dünyayı ve dahi insan yaşamını kendi kuralları uyarınca düzenleyip temsil sistemlerini oluşturmasıyla birlikte bu dünyaya, yaşam biçimine, ahlakına ve temsil sistemine karşı duran, kendine 'anlamlı' ve 'sahicı' bir yer bulamayan yazarlar yerin altına çekilıp, kapitalizmin yanıltıcı ışığının aydınlattığı dünyanın ve gerçekliklerin dışında başka dünyalar ve gerçeklikler de olduğunu ileri sürüyorlar. Bataille bu isimlerin en önde gelenlerinden biridir. Bir başkası da Maurice Blanchot'dur.

Türkiye'de yeraltı edebiyatı

Ülkemize gelince, Türkiye'de yeraltı edebiyatının gelişmiş olduğunu söylemek zor. Bu edebiyatın ilk önemli örnekleri 1990'lı yıllardan sonra verildi. Bilindiği gibi '80'lerden sonra kapitalizmin ekonomik ve kültürel yaptırımlarına, baskısına maruz kaldı Türkiye. '90'larla birlikte globalleşme edebiyatımızda popülerleşmeyi, aktüaliteye yaslanmayı, etliye sütlüye dokunmayan temaları egemen kıldı. Bunun doğal sonucu karşıtının ortaya çıkmaslydı. Bu karşıt da yeraltı edebiyatı demekti. Bu minvalde küçük İskender akla gelebilir örneğin. Ama küçük İskender'i daha çok 'marjinal' bir kişilik olarak görmek gerekir. Bir ara Stüdyo Imge Yayınları Türk edebiyatının yeraltı edebiyatı olarak değerlendirilebilecek metinlerini art arda yayımladı ve bir yer altı edebiyatı yayınevi kimliğine büründü. Bu yayınevinden Ayça Sezen Ural ve Sibel Torunoğlu gibi yazarlar edebiyat ortamına aşılandı. Sibel Torunoğlu'nun "Travesti Pinokyo" adli kitabının gerçekten uysal topluma rahatsızlık veren, tam anlamıyla sapkın bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Bu eserler toplumda yeterince ilgi de uyandırdı.
Kendisi de yeraltı edebiyatına dahil edilebilecek romanlar yazan Hikmet Temel Akarsu, Hürriyet Gösteri Dergisi'nde yayımlanan bir yazısında Yusuf Atılgan'ı, Vüs'at O. Bener'i, hatta ve hatta Sait Faik'i bu edebıyatın ülkemizdeki öncüleri olarak nitelemişti. Bence Yusuf Atılgan ve Vüs'at O. Bener daha çok 'avantgarde' olarak nitelenebilecek yazarlardır. Bır de Oğuz Atay örneği var. Oğuz Atay'ın eserlerinin gerek şaşırtıcı ve sert üslubuyla, gerek ele aldığı temalarla yeraltı edebiyatının öncü temsilcilerinden biri olduğu ileri sürülebilir.
Peki günümüzde, 2000’li yıllarda yeraltı edebiyatının gidişatı ve edebiyatımızda ışgal ettiği konum nedir? Neredeyse, koskocaman bir hiç. Süreyya Evren, Altay Öktem gibi birkaç yazar bu çerçevede eserler veriyorlar ama genele bakınca bu çabalar çok cılız kalıyor.
Halbuki dünyada çok güçlü bir geleneğe sahip olan yeraltı edebiyatının ülkemizde de bir patlama yapması için bütün sosyal, kültürel koşullar çok uygun.
Bunun için biraz cesaret, biraz eleştirel bir bakış, biraz da toplum dışı kalmak yeterli. Öyle değil mi?

 

Milliyet Sanat - Kasım 2004