Makaleler Biyografiler Ressamlar Edgar Degas (1834-1917)
Makale Başlığı: Edgar Degas (1834-1917)

Edgar Degas (1834-1917)

Yazar: resimdunyasi.org • Eklenme Tarihi: 13.12.2009 • Görüntüleme: 5.760

Özet:
Degas kendisini, "modern yaşamın klasik ressamı" olarak tanımlar. Böylece, kendileriyle yakından ilişkili olmasına ve onların sergilerinde sık sık boy göstermesine karşın, kendisini Empresyonistlerden ayırmaktadır.

Kelimeler:
Edgar Degas, ressam, izlenimcilik, Empresyonist, balerin, balerin resimleri

Edgar Degas (1834-1917)

Degas kendisini, "modern yaşamın klasik ressamı" olarak tanımlar. Böylece, kendileriyle yakından ilişkili olmasına ve onların sergilerinde sık sık boy göstermesine karşın, kendisini Empresyonistlerden ayırmaktadır. Bununla birlikte. Empresyonist arkadaşlarının aksine, kendisi açık havada resim yapmayı kesinlikle reddetmiş, onların renk ve ton uğruna önemsemedikleri ya da gereğinden az önem verdikleri kompozisyon ve çizim üzerinde önemle durmuştur. "... Bir resim her şeyden önce, sanatçının hayal dünyasının ürünü olmalıdır. Hiçbir zaman kopya olmamalıdır (Degas burada, Delacroix ve Baudelaire ile aynı görüşü paylaşmaktadır). Doğadan bir iki vurguyla pekiştirildiğinde, bu pek zarar vermez. Sanatçının kendi iç dünyasının gözleriyle nesneleri resmetmesi daha iyidir. Doğada görülen bir nesnenin bu yolla tuale aktarılmasından oluşan değişimde (transformasyonda) hayal gücü ve bellek birlikte çalışırlar. Böylece sanatçı, kendisini etkileyen neyse onun resmini yapmış olur. Gerçekte yapması gereken de budur". Sanat hakkındaki fikir ve amaçlarını bu şekilde açıklayan Degas'nın sekiz Empresyonist sergiden yedisine katılması (yedincide hiçbir yapıt sergilememiştir) ve Empresyonist grupla yakından temas halinde olması oldukça şaşırtıcıdır. Claude Monet tarafından 1870'lerde açık havada resim yapmak konusunda ikna edilen Edouard Manet'nin aksine Degas; birkaç manzara resminin dışında, yaşamı boyunca açık havada resim yapmayı reddetmiştir.

Degas, Klasik ve geleneksel bir öğrenim görmüştür. Okulda Klasikleri incelemiş ve I854'de Ingres'nin çömezi, ressam Lamothe'nün öğrencisi olmuştur; ertesi yıl da Güzel Sanatlar Okulunda öğrenime başlamıştır. Louvre'da eski ustaları kopya ederek çalışmış; 1856 ve 1858'de iki kez İtalya'ya gitmiştir. Sanat hayatının ilk yıllarında, geleneği izleyerek yalnızca tarihsel konulu resimler ve portreler yapmış; ancak bu sıralarda bile çarpıcı kompozisyon düzenlemeleri ritim ve dengeye gösterdiği duyarlıkla büyük bir yaratıcılık örneği vermiştir. Degas, bir sürü çizim de yapmış ve Paul Valery ona bu çizimleriyle ne anlatmak istediğini sorduğunda yanıtı şu olmuştur: "Çizim yalnızca biçim demek değildir; çizim biçimi görme yolumuzdur".

Bu sözleriyle Degas, sanatta gerçek klasik anlayışının sınırlamalar, kısıtlamalar demek olmadığını; biçimlerin özgürlüğünü de sınırlamadığını; tam tersine biçimler yaşayıp, gerçek anlamlarını bulsunlar diye onlara tam bir serbestlik verdiğini anlatmak ister. Bu dönem boyunca, sanatçının renklerinde bir tutukluk göze çarpmakta ve resimleri ritmik akıcılıklarıyla adeta bir fresk izlenimi vermektedir. Bu dönemdeki yapıtlarının en iyileri arasında, Bellelli Ailesinin Portresi (1860-62), birçok Kendi Portresi ve ailesine ait resimler özellikle Mme. Edouard Morbilli sayılabilir.

Tarihsel konulu resimleri arasındaysa, Delikanlıları Savaşa Kışkırtan Spartah Genç Kızlar (1860), Semiramis BabiVin Asma Bahçelerini inşa Ediyor (Salon, 1861), New Orleans Felaketi (Salon 1865) önemlidir. Louvre Çizim bölümünde, ressamın son iki resmi için yaptığı çalışmalarından oluşan harika bir koleksiyonu bulunmaktadır. Çoğu kurşun kalemle yapılmış olan, çıplak kadın ve desenlerin grup ve figürlerinden oluşan bu resimler, dünyada eşi zor bulunabilecek güzellikteki çizimler arasındadır. Çizimdeki saflık ve zekice buluşlar, kıvrımların, fırça vuruşlarının gerçekliği ve zerafeti, ustaca çizgi çeşitlemeleri, bu koleksiyondaki çizimleri tartışılamaz şaheserler haline getirir.

1865-1866 yıllarına doğru Degas, kendisini Cafe Guerbois'daki toplantılara götüren Edouard Manet ve Empresyonistlerle tanıştı. O sırada Degas, tarihi kompozisyonları bırakarak; fakat bunun için klasik anlayışından da vazgeçmeden "modern yaşamın klasik ressamı" olmayı arzuluyordu. Renklerini hâlâ denetim altında tutmasına rağmen, daha açık tonlardan yararlanmaya başladı ve ağır fırça vuruşlarıyla elde ettiği oldukça cilalı yüzeylerinde bir değişiklik ortaya çıktı. Sanat anlayışındaki "modern" yaklaşımda, fotoğrafçılığın ve Japon baskılarının etkisi önemlidir.

Hem kâğıt, hem tual üzerinde olağanüstü çarpıcı etkiler oluşturan, ağırlık noktası merkezden uzaklaşan kompozisyonlar yapmayı, yaşamının sonuna kadar sürdürdü. Degas, birçok yapıtında modelin vücudunun bir parçasını veya yüzünü çıkarıp atacak kadar ileri gitti; böylece resmi çerçevesinin dışına çıkarabilmeye, başka bir deyişle görünmeyen bölümlerin gözlerin önünde canlandırılması işini seyirci ya da sanatçının hayal gücüne bıraktı.

1865 ve 1877 yıllarında yer alan bu geçiş döneminde araştırma ve deneylerini sürdüren Degas, şu yapıtları vermiştir: Krizantemli Kadın (1865), Matmazel Fiocre, La Source Balesinde (1868), Madame Camus'nün Portresi (1870), Pamuk Taciri'nin Bürosu, New Orleans (1873), Somutkanlar (1874), Madame Fevre Şarkı Provasında (1873), Apsent İçenler (1876), Cafe des Ambassadeurs (1876-1877), Akşamüstü Kahvedeki Kadınlar (1877) ve Eldivenli Şarkıcı (1878). Tüm Empresyonistler gibi Degas da denizi ve deniz kıyısını severdi.

Ancak yine de hiçbir zaman açık havada resim yapmadı. Resmin konusundan çok, kompozisyonu onu ilgilendiriyordu. Bunun örnekleri: Deniz Banyosu (1876-77) ve Deniz Kenarında (Pastel, 1869) adlı tablolarıdır.

1874'lerden sonra Degas, her birinde en çok beş tane olmak üzere diziler halinde resimler çizmeye başladı. Belirli bir faaliyet alanıyla kısıtlanmış bu diziler, Degas'ya sınırsız yorumlar getirebilme fırsatını verdi. Degas, böylelikle dikkatini, gerçek tek bir biçim üzerine toplayabileceğini düşünmüş ve tek bir temadan nasıl sonsuz sayıda çeşitlemeler yaratabileceğini göstermek istemişti. Bu noktada ressam, Empresyonistlerden farklılıklar gösterir. Özellikle herşeyin, bir katedralin bile yansımalar ve ışık etkileri sonucu değişip, ayrı biçimler alabileceklerini göstermek için, aynı konu üzerine bir dizi resim yapan Claude Monet'den ayrılır.

Degas, sanatın düşünceye bağlı olduğuna ve sanata katkıda bulunan aklın nesnelere bakış biçimini doğru yola yönelttiğine inanmıştı. Gözle görülen, hareket eden nesneler bu yolla algılanabilir, anlaşılabilir hale gelebilirlerdi. Degas'nın resimleri belirgin bir biçimde, yaşadığı döneme ait olsalar da, sanatı sınırlı bir zamana sığdırılamaz ve hem dün, hem bugün, hem de yarına aittirler. Degas, yaptığı resim dizilerini sürekli olarak yenilenerek birbiri ardınca gelen biçimler dizisi olarak düşünmüştü. Bu dizileri yaparken, biçimlerin oluşturacağı her türlü olasılık, sınırlar, tahditler olmaksızın bulgulanabilecek, gözle algılandıkları gibi, aynı zamanda hissedilebilen yeni ritimler, eğriler ve izlenimler keşfedilebilecekti.

Yağlıboya, pastel, kurşunkalem kullanarak, hızla gelip geçen bir anda yakaladığı ve sonra en kusursuz özünü çıkardığı, yaşayan gerçeğin bir parçasını anlatmayı amaçladı. Bu hızla gelip geçmekte olan anlarda algıladıklarına göre, her varlık aynı anda, hem tek hem de birden fazla olabiliyordu. Bunun üzerine Degas, varlıkların bu zengin çeşitliliği içinde, onların temel özelliklerini temsil eden anı yakalamaya çalışmıştır.

Gazinolardan, tiyatro yaşamından, sokak kadınlarından bir sürü manzaralar ve birkaç portre dışında, resimlerini beş dizi halinde toplamıştır. Yarışlar, Ütücü Kadınlar, Şapkacılar ve en çok tanınmış iki dizi: Balerinler, Süslenen Kadınlar. At yarışları dizisi, Degas'nın sanatta Klasik anlayışa eğilimini akla getirir. Atlarına binmiş jokeyler, antik devrin süvarilerini hatırlatırlar. Atıyla tek bir bütün haline gelmiş gibi görünen binicinin, heykeli andıran görünüşü, ritmik hareketleri, jokeyin bir kuklaya benzeyen, eklemlerden oluşmuşçasına resmedilmiş figürü, tüm bunların hepsi, modeli normal çizimden ayırarak daha mükemmel bir şekilde yeniden kurma fırsatı vermektedir. Centilmenler Yarışı, Start'tan Önce, Yarışlarda, Tribünlerin Önünde (1869-72), Longchamp'taki Yarış Atları (1873-1875) ve Eğitim (pastel, 1894), 1862'den sonra söz konusu stile verebileceğimiz örneklerdir. Özellikle bazı pastellerinde, Degas'ın cesurcasına yaklaşımı ve renkleri, az da olsa onun Empresyonistlerle olan ilişkilerini anlamamıza yardım eden faktörlerdir.

Çamaşırcı Kadınlar veya Ütücü Kadınlar, modern yaşamı anlatmalarına karşın, Klasik nitelikte yapıtlardır. Bu dizilerin en iyi yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz: Işığa Karşı Ütü Yapan Kadınlar (1874), Çarşaf Taşıyan Ütücü Kadınlar (1876-78) ve Ütücü Kadınlar (1884).

Kadın Şapkacısında dizisinde, bu denli çok sayıda eskiz yoktur; ancak bunlar sanatçıya mizah ve büyü dolu bir dizi özgün kompozisyon yaratma olanağı vermişlerdir. Ressam, sayısız, garip şapka biçimleri, şekilsiz kepler ve bonelerden, bir şapkanın esas özelliğini ve görünüşünü yaratabilmede üstün bir yeteneğe sahipti. Nitekim Paul Valery, bunları "biçimsiz biçimler" olarak adlandırır. Kadın Şapkacısında dizisindeki yapıtların hemen tümü 1882-85 yılları arasında yapılmıştır. Bunları New York'taki Metropolitan Müzesinde ya da Chicago'daki Sanat Enstitüsünde bulmak mümkündür. Birçoğu da Amerika'daki özel koleksiyonlardadır.

Degas'nın ünü büyük ölçüde Balerinler dizisine dayanır. Bunlar, sanatçının klasik eğilimlerinin hissedildiği değişik ve önemli bir dizi çalışmadır. Toulouse-Lautrec'in Fransız Kankanı resimleri, Renoir'ın Moulin de la Galette'te Balo adlı tablosunu yaptığı sıralarda, Degas da Paris Operası balerinleri üzerine yapıtlarını veriyordu. Konu olarak baleyi seçmesi, arabesk'e (balede olduğu gibi, resimde de kullanılabilecek bir deyimdir), ritme ve uyuma verdiği değerin bir kanıtıdır.

Ressam, bir an süren görünümlerle, daha sürekli olanları aynı anda ifade etmeye çalışmış, gerçekte bir anda oluşup değişen görünümleri uzatarak sahneyi ortaya koyarken, tek bir balerinin ya da grubun her hareketini ve takındıkları bütün tavırları ayırıp, çözümlemeyi başarmıştır. Sonra, en mükemmel ve en doğru anlatım biçimine ulaşmak için, bu biçimleri bir araya getirip yeniden düzenlemiştir. Artık bundan sonra, beklenmedik bir anda göze çarpan, rastlantısal görünümlere dayanamayan, fantezi, hayal gücü ve sevinç dolu figürler yaratılmıştır. İdeal, heykelsi bir nitelik verebilmek için denge ve kararsızlık arasındaki o kritik an yansıtılabilmiş: kısacası, yaşayan, yetkin güzellik elde edilmiştir.

Bundan sonra ve özellikle sanatçının yaşamının sonlarına doğru, renk, kendisi için çizgi kadar önem taşıyan bir faktör olmuştur. Degas'nın görme yeteneği giderek azalmış ve sonunda sanatçı neredeyse tamamen kör olmuştur. Bu durum onun neden pastel boya kullanmayı tercih ettiğini açıklamaktadır. Resimlerinde ışık ve gölgeleri, biçimleri verirken, pastel renkler Degas'ya daha ağır ve daha kalın fırça vuruşları kullanma ve tarama yapabilme olanağı sağlamıştır. Ancak ne renklendirme ne de ışıkgölge oyunları, sağlama yönteminde Empresyonizme ödün vermemiştir.

Yoğun ve alışılmışın dışındaki renkleri tercih etmesinin nedeni, resmini yaptığı biçimler yüzündendir. Bu renkler, seçilen konunun bir parçası, tamamlayıcısıdır. Öte yandan tablolarındaki parlak yansımalarda ve aydınlık bölümlerde, güneş ışığını değil, yapay ışık kaynaklarını, sahne ışıklarını kullanmıştır. Bu dizinin en göze çarpan yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz: Rue Le Peletier'deki Opera'da Bale Prova Odası (1872), Sahnede Bale Provası (1874), Bir Arabesk'in Sonu (Pastel, 1877),

Sahneye Davet Edilen Eli Buketti Balerin (Pastel, 1878) ve Bardaki Dansçılar. Sonuncusu dışında ötekiler, Musee du Jeu de Paume'dadır. Bundan başka hemen tümü parlak pastel renkler kullanılarak yapılmış. Balerinler dizisinden birçok resmi, çeşitli büyük müzelerde ve özel koleksiyonlarda bulmak mümkündür. Bu balerinler, mavi, yeşil, açık mor, sarı, kırmızı, portakal rengi veya pembe balerin giysileri içindedirler.

Bu dizilerin sonuncusu Süslenen Kadınlardır. Bu çizimlerde, gerçekçi ve hoş görünmeye yeltenmeyen bir tutumla modellerinin resmini yaptığı için, bazıları Degas'yı kadın düşmanı olarak nitelerler. Gerçekte Degas kadınları sever ve onları anlardı. Tam tersi gibi görünmesine karşın, bu resimlerinde kadınların dişiliklerini, duyarlı ve esnek zerafetlerini, soylu azametlerini ve ağırbaşlılıklarını yansıtmayı başarmıştır. Degas, modellerini son derece doğal bir rahatlık içinde oldukları sırada, en basit pozları ve davranışlarıyla yakalar. Alçakgönüllülükleriyle ya da kibirlilikleriyle, hem çekingen hem de seksi görünümleriyle, kadınları o gözlerden uzak, gizli yaşamını yeniden yaratır. Jestler, vücut hareketleri, yüz ifadeleri, duygular, heyecanlar, zekâ ve davetkârlıkla, bütünüyle kadınca yaşantılar serisinden oluşan esrarengiz bir harikalar ülkesini gözlerimizin önüne serer. Saçlarını Tarayan Kadınlar (1876), Tuvalet (1885), Leğen (1886), Banyodan Sonra Ayaklarını Silen Kadın (1886), Saçlarını Yapan Kadın (1887-1890), Banyodan Sonra Boynunu Silen Kadın (1898) veya La Coiffure (1892-1895), bu dizinin en iyi resimleri arasında sayılabilir.

Degas, resim, pastel ve çizim yanında, özellikle monotip oymalar ve yontular da yapmıştır. Çıplak kadınların, dansçıların veya atların balmumundan küçük heykelciklerini yapmaktan hoşlanırdı. Paul Valery, Degas'nın sanatını, Degas, Danse, Deşsin adlı kitabında tam bir şekilde toplamıştır: "Bir yüzü anlatabilecek gerekli çizgiyi bulmak konusunda aşırı bir tutkuya sahipti; bu yüzü sokakta, Opera'da, şapkacı dükkânında, herhangi bir yerde bulabilirdi. Bunu her zaman, özel bir anda, karakteristik bir davranış içerisindeyken ve her zaman hareketli bir haldeyken yakalardı. Degas'nın benim üzerimde bıraktığı genel izlenim budur. Atölyesindeki sonsuz zahmetlerini, anlık izlenimlerle birleştirir ve gelip geçmekte olan anı, derinlemesine inceleyerek yakalardı".