Makale Başlığı: Kimsesizlerin Kimsesi

Kimsesizlerin Kimsesi

Yazar: Dr. Doğu Perinçek • Eklenme Tarihi: 10.11.2006 • Görüntüleme: 4.037

Özet:
Atatürk’ün köylülerle, işçilerle, yoksul insanlarla çekilmiş fotoğraflarından bir sergi oluşturulması ne kadar güzel olur. O resimleri seyretmenin ayrı bir tadı var. Atatürk, duruşuyla karşısındaki kimsesize sarılır gibidir; ne kadar onlardandır.

Kelimeler:

TARİHİN YÜKLEDİĞİ TANIM
Kemalist Devrim, cumhuriyete, saltanatı yıkmanın ötesinde anlamlar vermişti. Cumhuriyet, Atatürk’ün deyişiyle “kimsesizlerin” sahibidir. Kuşkusuz bu içeriği yükleyen, tarihtir.
Cumhuriyet’in fiilen kurulduğu 1920 koşullarını düşünelim. Millet, bir kimsesizler yığınıdır. Yoksullar, yarı açlar, sakatlar, dullar, yetimler, öksüzlerden oluşan bir cumhuriyet düşünün! İki yüzyıldır savaşlarda kırılmış, fakrü zaruret içindeki o çaresiz ve perişan insan yığınından yurttaşlar diye söz etmek, ne kadar doğrudur? Toplum, ezici çoğunluğuyla kimsesizlerden oluşmaktadır.

Ama o kimsesizler, bir İstiklâl Savaşı vermişlerdir. Düşmanı Doğu’da Kafkas dağlarına, güneyde çöllere sürmüş, batıda denize dökmüşlerdir. Atatürk, kimsesizlere güvendi, onlarla birleşti ve onlar için vardı.

DEVRİMİN KİMSESİZ ÖNDERİ
O kimsesizlerin her halini, o günlerde derinden anlayan ve yürekten duyan, kuşkusuz Mustafa Kemal olmuştur. Atatürk’ün küçük yaşta babasını yitirmiş olması üzerinde pek durulmamıştır. Atatürk’ü kimsesizlerin kimsesi yapan etkenlerden biri kuşkusuz buydu. O da bu yönüyle kimsesizdi. Yetimliği ve gururu, daha çocuk yaşlarda onun güçlü kişiliğini oluşturan önemli özellikler olarak gözüküyor.

Bu kişilik, kuşkusuz onun devrimci konumunu belirleyen etkenlerden biri oldu. Prof. Dr. İşaya Üşür ile Dr. Arda Odabaşı arasında Bilim ve Ütopya dergisinde yapılan düzeyli tartışma anlamlı idi. Atatürk, Fransız Devrimi’ndeki Robespierre’den çok yoksulların temsilcisi olan Babeufee’e benzemektedir. Türk Devrimi’nde Babeuffe kazanmıştır. Ne de olsa Ezilen Dünya!

O CÜMLENİN ARKASINDAKİ GERÇEĞİ KEŞFETMEK
Atatürk’ün 5 Ocak 1904 günü, daha 23 yaşında genç bir zabitken, not defterine “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazmasının nedenlerini çok araştırdım, çok düşündüm. Bu cümlenin arkasındaki gerçeği keşfetmek, benim en büyük arzularımdan biri olmuştur.[i]

Rusya ve Doğu Avrupa’daki Narodnizmin, yani bizim dilimizle Halkçılığın o sırada Türkiye’nin genç devrimcilerini kuvvetle etkilediğini biliyoruz. Türk devrimciliği ve milliyetçiliği, daha en başlarda sosyalizmden beslenerek büyüdü. Mustafa Kemal de, o cereyan içinde Mustafa Kemal oldu.

Ama yalnız bu kadar mı? Mustafa Kemal, zamanın devrimcileri arasında yoksul insanlara daha yakın bir kişiliğe sahip gözüküyor. 1916 yılında Diyarbakır’da II. Kolordu Komutanı iken, temiz giydirdiği iki Kürt çocuğunu daima arabasında gezdirmesi ve Kürtlere gösterdiği sıcak yakınlık, o kadar etkili olmuştu ki, halk arasında Mustafa Kemal Paşa’nın aslen Kürt olduğu söylentisi yayılmıştı.[ii]

SARILIR GİBİ BAKIYOR
Atatürk’ün köylülerle, işçilerle, yoksul insanlarla çekilmiş fotoğraflarından bir sergi oluşturulması ne kadar güzel olur. O resimleri seyretmenin ayrı bir tadı var. Atatürk, duruşuyla karşısındaki kimsesize sarılır gibidir; ne kadar onlardandır. Ve onlara ne kadar sıcak, ne kadar içten bakmaktadır; sanki onların yüreğine akmak ister gibidir. Hele bu resimler içinde, Büyük Devrimci Önderi Orman Çiftliği’nde bir köylü çocuğuyla konuşurken gösteren bir resim vardır; yamalı elbiseli o çocukla sonuna kadar eşittir ve bakışlarıyla onu okşamakta, kucaklamaktadır.

İşte o yamalı köylülere, devecilere, o işçilere, o kimsesizlere ancak o sıcaklıkla bakan Büyük Devrimci, o cumhuriyet tanımını yapabilirdi. Kendisi kimsesizlerin kimsesi idi ve cumhuriyeti de o koşullarda başka türlü kuramaz ve tanımlayamazdı.

KİMSESİZLER KİMSESİZ KALINCA
Türkiye Cumhuriyeti, kimsesizlerin kimsesi olarak kuruldu; Atatürk’ün deyişiyle “Bir Halk Devleti”, “halkın devleti” olarak tasarlanmıştı.3

Cumhuriyet, bir halk devleti olarak, halkın devleti olarak yaşayabilirdi. Kimsesizler kimsesiz kalınca, Türkiye de cumhuriyetsiz kalmıştır.

Evet, Batı’daki tanımına göre, Türkiye bugün bir hanedan tarafından yönetilmiyor. Gerçi hortumculuk, babadan oğula verasetle geçmektedir; hortumcunun oğlu yine hortumcu olmaktadır. Dolar vurguncusunun oğlu da dolar vurguncusu olmaktadır. Bu açıdan hanedanlar geri dönmüştür. Ama yine de devlet başkanlığının şimdilik babadan oğula geçtiği söylenemez.

MAFYA TARİKAT CUMHURİYETİ
Ancak cumhuriyeti, Türk Devrimi’nde kazandığı içerikle düşünürseniz, artık bu cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” değildir. Cumhuriyetin başına bir mafya ve tarikat zümresi çöreklenmiştir. Üstelik bu zümre, ABD güdümlüdür ve dolar vurgunculuğunu, faizciliği, hortumculuğu, hep o ABD sayesinde ve AB kapısında yürütmektedir. Halkı soyanlar, emperyalistlerle işbirliği halinde, milleti bölmekte, vatanı parçalamakta ve cumhuriyeti yıkmaktadır. Halk, yoksullaşmakta ve kimsesizleşmektedir.

10 KASIM GÜNÜ
Meğerse o 10 Kasım günü yalnız Atatürk ölmemiş. O gün, kimsesizler, kimsesiz kalmış. Bir cumhuriyetin ölmeye başladığı tarihtir, o tarih!

Atatürk’ün “arasız devrimler” programı, meğerse ne kadar önemliymiş. Devrimini yitiren Türkiye, şimdi kimsesiz kaldı. Kimsesizler, kendilerine kol kanat gerecek cumhuriyetlerini arıyorlar.

Türkiye, ya “Halk devleti”dir; “Halkın devleti”dir; ya da devletsiz kalır. Arkada kalan Atatürksüz tarihin manası, budur işte var ise!

--------------------------------------------------------------------------------

[i] Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 1, s. 15.
[ii] Zınnar Silopi, Doza Kürdistan, s. 43 vd’den aktaran Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-4 -Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası, Kaynak Yayınları, ikinci basım, Aralık 1999, s. 112.
3 TBMM Reisi seçilmesi üzerine yaptığı konuşma, 13.8.1923, Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 16, s. 80.