Makale Başlığı: Sanat ve Sinema

Sanat ve Sinema

Yazar: Unknown • Eklenme Tarihi: 19.01.2005 • Görüntüleme: 5.841

Özet:
Güzellik, duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir. Bu temele dayanarak kuracağımız bir sanat teorisi, herhangi bir sanat teorisinin gerektirdiği derecede geniştir.Sanatta üç basamak vardır

Kelimeler:
Sanat ve Sinema, kostüm drama, film noir, biçim, filmler, yapı, duygu, dönem, zaman, sanatçı, drama, mekan, ışık, oyuncu

Sanatın en basit ve kullanılan tanımı hoşa giden biçimler yaratmak gayretidir. Bu biçimler bizim güzellik duygumuzu okşar ve güzellik duygumuzu okşayan da duyularımız arsındaki biçim bağlantılarının birliği ve ahengidir.

Genel bir sanat teorisi şu düşünce ile başlamalıdır, İnsan duyularının önüne konan şeyin biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Nesnelerin biçim, yüzey ve kütlesinin belli ölçülere göre düzenlenmesi hoşumuza gider, böyle bir düzenin eksikliği sıkıcı olabilir.

Güzellik duygusu hoşa giden bağlantılar duygusudur. Güzellik için yapılan tanımlar çok fazladır, fakat en önemlisi fizik tanımıdır.

Güzellik, duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir. Bu temele dayanarak kuracağımız bir sanat teorisi, herhangi bir sanat teorisinin gerektirdiği derecede geniştir.

Sanatta üç basamak vardır.

  1. Maddi özelliklerin algılanması renkler, sesler, hareketler ve bir çok karışık ve tanımlanamayan fiziki dış tepkiler.
  2. Bu gibi algıların hoşa giden biçimler ve kalıplara dökülmesi.
  3. Algıların düzenlenmesinin daha önceden var olan bir duygu veya heyecan durumuna uydurulmasıdır. O zaman duygu veya heyecan ifadesini bulmuş olur.
Sanatın amacı duyu, algı ve heyecanlarımızı başkalarına ulaştırmaktır. Güzellik ise bazı biçimlerin bize verdiği duyuştur. Sanatçının biçimi yaratırken başvurduğu düzen veya dizginlenme de kendi başına bir ifade tarzıdır. Ölçü denge, ritim ve armoni gibi terimlere ayrılabilen biçim aslında sezgiye dayanır. Sanatçı çalışırken, biçimi sadece zihinsel bir gayretle meydana getirmez; onu, heyecanlarını yönelterek ve sınırlayarak bulur demek daha doğrudur. Sanatı, ‘biçim verme isteği’ diye tanımladığımızda sadece zihinsel bir çalışmayı değil, tamamen iç güdülere bağlı çalışmayı düşünmemiz gerekir.

Geometrik orantılar olgun bir ahengi elde etmek için bin bir düzene sokulabilir. Bu sonsuz düzenlerin insandan insana değişmesi sanat eserinin bütün ahengini mekanik bir izaha bağlama anlamına gelmez. Ölçüler eserden esere değişmese bile onların iyi bir etki yaratması sanatçıdan duygu ve sezgi ister.

Bir sanat eserini çözümlemek için değişik yollar vardır. Belli bir resmin fizik elemanlarını alır, bunları ayırıp tek veya birbirleriyle olan bağlarına göre inceleyebiliriz. Böyle beş eleman vardır.

Çizginin ritmi, biçimlerin yığılması, mekan, ışık, gölge ve renk.

Biçim bir dış-çizgi ile sınırlanacak ve bu çizginin cansız kalmaması için kendine göre bir ritmi olacak. Biçim yığılması, mekan, ışık ve gölge birlikte incelenmelidir. Hepsi sanatçının mekan duygusunun çeşitli yönleridir. Kütle somut mekandır; ışık-gölge, kütle-mekan ilişkisinin sonucudur.

Resim çerçevesinde ton değerlerini ise kabaca iki madde ile açıklayabiliriz.
  1. Nesnelerin maddeleri ve aralarındaki uzaklığa göre değişen koyulukları bakımın- dan birbirleriyle olan bağıntıları ve tam rölyefleri, gölgelerin resmin esas ışığıyla olan bağıntısı.
  2. Aynı ışığın sadece değişik dereceleri gibi görünecek şekilde gölgelerin renkleri ve ışıkların rengi arasında tam bir bağıntı kurmaktır.
Sanatçı eşyaları ışık ve gölge içinde görmeye başlayınca çeşitli renklerin çerçevenin esas ışığına nispetle ton değerlerini ve canlılık değerlerini hesaba katmak zorundadır. Bunun için renklerin belirli bir düzene uydurulmaları gerekir. Çerçevenin hakim tonu seçilir ve bütün diğer renkler bu hakim tonun atında veya üstünde belli bir uzaklıkta yerleştirilir.

Kusursuz bir sanat eserinde bütün elemanlar birbiriyle bağlıdır; bunlar birleşerek bir bütün kurarlar; bu bütünün değeri ayrı ayrı elemanların değerinden daha üstündür.

Sanatçıyı ve hepimizdeki sanat ruhunu kendini örneklerle anlatmaya götüren psikolojik sebepler fizyoloji yolu ile pekala aydınlatılsa bile yine de karanlıktır. Sanatçıda keskin bir zeka olmasa bile seçkin bir duyarlılık olmalıdır.

Giysi Tasarımı: Sahne Kostümleri Üzerine Değinmeler

Sahne Kostümü, görsel sanat sahnelerinde ya da kamera önünde bir gösteriyi sunarken giyilen giyimler ve aksesuarlardır.

Gösterilerde çoğu zaman önemli bir görsel unsuru yerine getirirler.

Her oyunda seyirciye yansıyan kostüm tasarımı aysbergin görülen kısmıdır. Oysa yapılan iş hiç de öyle kolay, çarçabuk yapılabilinen bir iş olmadığı gibi, klâsik terzilik hiç değildir.

Dışardan bakılınca kimileri çok kolay bende yaparım ya da eleştiririm demesine karşın işin içine girildiği zaman, zorlukları daha iyi anlaşılacaktır.

Sahne Kostümünü tasarlarken, oyuncunun oynadığı role göre rahatını sağlamak çok önemlidir. Oyuncu çok hareketli bir rolü oynuyorsa giyiminin tekniğini ve kullanılan malzemenin hafifliği onu çok rahatlatır. Kostümü tasarlarken onun uygulamasının ve korunmasının nasıl gerçekleşeceğini kesinlikle göz ardı etmemek gerekir.

Böyle bir bilgi birikimine zaman içinde deneyimle sahip olunsa da, genç tasarımcıların, şimdiden dikkat etmesi gereken önemli bir işleyiş gerçeğidir.

Erkek oyuncular, genellikle kadın oyunculara göre daha rahat kostüm taşırlar ve biz kostümcülere daha saygılıdırlar, üstelik teşekkür etmesini de bilirler. Onlar için daha zayıf görünmek gibi bir sorun olmadığı için zorluk çıkartmazlar. Sahne üstündeki bazı kadın oyuncular, oyunculuğun yanısıra fiziksel görüntüleri ile de sorunu yaşamayı çok sevmezler ve sizi çoğu zaman sihirli değnek olarak görürler. Hatta kimisi sizi kendi özel terzisi bile sanıverir. Arasıra size sormadan kostümü kendine uyarlayıvereni de olur.

Bu gibi durumlarda iyi bir kostümcü olmak her zaman yeterli olmayabilir. Çok sabırlı olmak sizi daha üstün vasıflı bir kostümcü yapar.

Kostüm tasarımı, eleştirel gözlere göre çoğu zaman kendi misyonunun dışına taşar, hanım köşe yazarlarının kimileri ( kostümün kullanımı, korunması projenin bütünü v.b..) etmenleri göz ardı eder, onu giyim olarak değerlendirir ve eleştirmeye yeltenirler. Bu tür durumlarda bizim yazarın, eleştirmenin kimliğini iyi bilip ona göre algılamamız gerekir.

Kostümcülük sanatına gönül veren gençlerin, giyim kuşam tarihi bilmenin yanısıra, dönemin tavır ve görenekleri hakkında bilgili olmaları, uygulamanın yapıldığı gösterinin dramaturjik yapısını irdelemeleri açısından büyük önem taşır. Dramaturjik yapı, size kostüm tasarımını gerçekleştirmek için, yardımcı olan öğelerin başında gelir.

Kostüm-Drama: Dönem filmleridir. Kostüme Film de denir.Son yıllarda sıkça izlediğimiz, Thomas Hardy,

Jane Austen ya da Edith Warton gibi yazarların kitaplarından yapılan uyarlamalar bu türün içine girer. İyi bir "kostüm-drama" filminin en büyük özelliği konu aldığı dönemin zaman ve mekân duygusunu en iyi şekilde izleyiciye aktarmasıdır. Ayrıntılı dekor ve kostüm çalışmasıyla hikâyenin geçtiği dönemi perdede adeta yeniden yaratırlar. Anlatılan hikâyeler ise o dönemin insanlarının yaşayışlarının, değer yargılarının, düşünce tarzlarının izleyiciye letilmesine aracılık eder. Konu edilen belli bir sınıfa ait küçük bir grup da olsa; onların yaşayışlarını ve ilişkilerini seyrederek, o sınıfın o dönemdeki yaşam tarzını, ahlâk anlayışını, düşünce yapısını öğreniriz. Kostüm-drama türünün düşük bütçeli, daha çok kapalı mekânlarda geçen, az sayıdaki insanın ilişkilerine odaklanan filmleri olduğu gibi; daha yüksek bütçeli, büyük bir prodüksiyon gerektiren, dönemin tarihsel gerçeklerini arka fonuna almış, epik örnekleri de vardır. James Ivory bu türün en güzel örneklerini vermiştir. Manzaralı Oda (A Room with a View, 1986), Howardların Sonu (Howards End, 1992), Günden Kalanlar (Remains of the Day, 1993) gibi filmler kostüm-drama türünün başarılı örnekleri arasındadır. Ang Lee'nin Aşk ve Yaşam'ı (Sense and

Sensibility, 1995), Martin Scorsese'nin Masumiyet Çağı (Age of Innocence, 1993) ve Terence Davies'in Keyif Evi (House of Mirth, 2000) ise son yılların akılda kalan kostüm-drama filmlerindendir.

Film Noir (Kara film):

Fransız eleştirmenlerin, gotik İngiliz romanlarını tanımlamak için kullandıkları 'roman noir' teriminden yola çıkarak, Amerikan gerilim filmlerinin özel bir türüne verdikleri addır. Bu filmler üç temel kaynaktan beslenir: 1930'lu yıllarda yaşanan "Büyük Bunalım" sonucu ortaya çıkan ve mantar gibi çoğalan dedektif-polisiye romanları, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan Soğuk Savaş koşullarının beraberinde getirdiği paranoya ortamı ve savaş sonrasında Amerika'ya göçen Alman kökenli dışavurumcu yönetmenlerin karamsar sinema dillerinin Holywood'a olan etkisi. Tüm bu etkileri bünyesinde barındıran tür filmleri karşımıza entrika, cinayet, onların içinde debelenen anti-kahraman ve onu bu ilişkiler ağına çeken 'femme fatale' güzellerden oluşan; kuşku ve ihanet dolu, sürekli arkanızı kollamanızı gerektiren bir atmosfer çıkarır. Genelde film, çevresinden soyutlanmış bir biçimde yaşayan anti-kahramanımızın başından geçen olayları kendi dış sesiyle aktarmasıyla başlar. "Femme fatale", yani emellerine ulaşmak için çekiciliğini kullanan kadınımız, onu gizli gizli kendi planına oyuncak etmektedir. Bol entrikaya dayalı olan filmin olay öyküsü türlü aldatmalar sonucunda, mutlu son geleneğinin hakim olduğu Hollywood yapımlarının aksine, karamsarlıkla noktalanacak bir ilişkiler yumağına döner. Karakterlerin içinde bulundukları karamsarlığı, kısır döngüyü betimlemek için kara filmlerde dışavurumcu bir görsellik göze çarpar. Filmlerin atmosferi genellikle basık ve karanlıktır. Jaluziler, alışılmadık kamera açıları, yüksek kontrastlı aydınlatma ve bunun beraberinde getirdiği keskin gölgeli görüntüler bizi ilginç bir bulmacanın içine çeker. Aslında bulmacanın çözümü çok basittir: Para ve aşk.

Türün başyapıtları arasında Çifte Tazminat (Double Indemnity), Büyük Uyku (Big Sleep), Sunset Bulvarı (Sunset Boulevard), Laura ilk akla gelen filmlerdir. Ancak film noir, dönemin koşullarıyla beraber ortaya çıktığı 40'lı ve 50'li yıllara sıkışıp kalmamış, her dönem tartışılan bir kavram olmuştur. Günümüzde halen bir çok yönetmen film-noir'ın alt yapısından yararlanmakta ve türün göstergelerini yeniden anlamlandırmaktadır. Doğal olarak ortaya çıkan ürünler çoğu yönden evrim geçirmiş örneklerdir. Eleştirmenler arasında hâlâ tartışılmakla birlikte, Bıçak Sırtı (Blade Runner), U Dönüşü (U-Turn), Rezervuar Köpekleri (Reservoir Dogs), Ucuz Roman (Pulp Fiction) ve Gizemli Şehir (Dark City) film noir atmosferini alıp yeniden yorumlayan filmler arasında ilk akla gelenlerdir. Bu sene İstanbul Film Festivali'nin en çok ilgi gören filmlerinden biri olan Akıl Defteri de (Memento) sıradışı anlatımının yanında kara filmin kodlarından yararlanmayı ihmal etmiyor ve yeni kara film (neo film noir) örneklerinin en başarılıları arasında yerini alıyor